Quantcast
Channel: admin – Evliyalar.net – Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Viewing all 148 articles
Browse latest View live

Şeyh Ali Sebti (ks.)

$
0
0

Elazığ – Palu – Yukarı Palu mahallesi

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Ali Septi (ks.)

Şeyh Ali Sebti Hazretleri, 1786 yılında Diyarbakır’a bağlı ancak günümüzde Mardin’in Savur ilçesine bağlı olan merkez köylerinden Kırkdirek (Çilsütun)’da dünyaya gelir. Rivayete göre, Çilsütun köyünden kırk tane veli yetişmiştir. Bunlardan kırkıncısı ise Ali Sebti hazretleri’dir. Bu köye Kırkdirek adı Şeyh Ali Sebti’nin Mevlana Halid Bağdadi’nin (177?-1827) kırkıncı halifesi olduğu için verilmiştir. “Sebti” kelimesi Şeyh Ali Sebti’ye hocası Mevlana Halid–i Bağdadi tarafından tasavvufi bir mahlas olarak verilmiştir. Bu kelime Arap bilginleri tarafından evlad-ı Resul olanlara iltifat mahiyetinde söylenirmiş.

Sultan IV. Murat’ın Bağdat seferleri sırasında bir takım iftiralar sonucunda Şeyh Ali Sebti’nin dedeleri siyasi bir operasyona maruz kalır, evleri yakılıp yıkılır, köyleri harabeye döner. Bu olayda Sebti’nin “Seyyidlik” şecereleri de zayi olur. Fakat Sebti Hazretlerinin seyyid olduğu Hüseyin Hilmi Işık tarafından kaleme alınan “Tam İlmihal Saadeti Edebiye” adlı eserin sonunda belirtilir. Şeyh Ali Sebti ilk ilim tahsilini Diyarbakır Ulu Camii medresesinde yapar. Daha sonra eksik kalan ilmini ise Irak’ın Erbil ve Süleymaniye şehirlerinde tamamlayarak icazetini alır. Bundan sonra kendi köyüne döner ve medrese açıp ders vermeye başlar. Bu sırada irşad ve hilafetle görevli olarak Hindistan’dan dönen Nakşibendî müritlerinden Mevlana Halid, büyük mürşitleri Abdullah-ı Dehlevi’nin emriyle Diyarbakır’a uğrayıp Aliyyü’s Sebti’yi bularak evine misafir olur ve irşadında kendisine arkadaş olmasının Abdullah-ı Dehlevi tarafından emredildiğini söyler. O da Mevlana Halid’le birlikte Diyarbakır’dan ayrılarak Şam’a gider. Şeyh

Ali Sebti, Mevlana Halid’in vefatına kadar yanında kalır ve madden ve manen büyük hizmetlerde bulunur. Bunun neticesinde Mevlana Halid Bağdadi tarafından kendisine hilafet verilmiştir. Mevlana Halid Bağdadi vefatından önce Şeyh Ali Sebti’ye, “Vefatımdan sonra Palu’ya gidiniz, orada irşat ile meşgul olunuz”, diye vasiyette bulunmuştur. Bir gün Şeyh Sebti’nin annesinin hasta olduğu haberi gelir. Bunu duyan Mevlana Halid, Sebti’yi çağırarak, “Ali annen hastadır, anneni görmeye git”, emrini verir. Yola çıkan Ali Sebti eve ulaştığında annesinin vefat ettiğini öğrenir. Annesinin sağlığına yetişemeyen Ali Sebti bu üzüntü içinde tekrar şeyhinin yanına döner. O, Şam’a geldiğinde şeyhi Mevlana Halid’in de vefat haberini duyunca üzüntüsü bir kat daha artar. Diğer bir rivayete göre ise, sağlığında hocasının verdiği icazetnameyi kabul etmemiştir. Mevlana Halid Bağdadi vefat edince Sebti’ye kardeşi Şeyh Mahmud Sahib, “Sizin icazetnameniz Mevlana Halid’in emri üzerine yazılmış, ben de imzalıyorum. Bana verilen emir üzerine doğuda Palu’ya yerleşip doğu bölgesinde halkı irşad etmekle vazifelendirilmiş olduğunuzu size bildirmekle Mevlana’nın size vasiyetini yerine getirmiş bulunuyorum”, buyurmuştur. İcâzetnâmesini talebelerinden Abdullah-ı Mekkî Palu’ya getirerek teslim eder. Bu arada Şah Abdullah Dehlevi’nin manevi işaretleri Ali Sebti’nin “üveyslik” mertebesinde talim edilmesine vesile olmuştur.

Şeyh Ali Sebti, Mevlana Halid Bağdadi’nin üçüncü halifesidir. Birincisi Mevlana Halid’in kendi kardeşi, ikincisi ise Erbilli Fettah Ahmed’dir. Ali Sebti Mevlana Halid’in vasiyeti üzerine 1830 tarihinde Palu’ya gider ve burada irşad çalışmalarına devam eder. Şeyh Ali Sebti bölgede irşâd çalışmalarına devam ederken o günün feodal yapısını devam ettirmeye çalışanlar tarafından kendisi ve yakın çevresi rahatsız edilmeye başlanır. Şeyh Sebti bu durum karşısında bölgede kargaşa ve huzursuzluğa yer vermemek için Ali Hoca’yı da yanına alarak Ali Hocanın köyü olan önceden Palu’ya bağlı Kelhası (Bingöl / Genç) köyüne gelip yerleşir. Burada irşad, talim ve derslerini devam ettirir. Şeyh Sebti bu göçten iki sene sonra tekrar Palu’ya dönmek ister. Buna kendisine intisab edenler razı olmayınca o, “Şeyhim Mevlana Halid’in emrini yerine getirmek gerekir” deyince karşı çıkan olmaz. Birkaç müridi ve Ali Hoca ile birlikte Palu’ya hareket eder. Aynı günün akşamı Palu’nun Çayyukarı bahçelerine ulaşıp geceyi burada geçirir. Bu arada Ali Sebti ve beraberindekilerin geldiğini haber alan Palu’nun Aşağı Mahalle sakinleri onları mahallelerine davet ederler. Bu teklifi kabul eden Ali Sebti ve beraberindekiler Aşağı Mahalleye gider. Mahalle sakinlerinden Eblaşoğulları tarafından kendilerine arsa vakfedilir. Ali Sebti vakfedilen bu arsa üzerinde bir cami, medrese ve cami yanında da iki odalı bir ev inşa ettirir. Nakşîlik tarikatı bu bölgeye ilk defa Ali Sebti ile girer. Palu’da bozulan nizamı o yıllarda tesis ederek dini, gerçek yönleriyle halka anlatmış ve birçok gayr-i müslimin İslamla şereflenmesinde etkili olmuştur. Şeyh Ali Sebti 1871 yılında 85 yaşında vefat eder.

Şeyh Ali Sebti hakkında birçok keramet ve menkıbe anlatılır. Rivayete göre; bir gün Şeyh Ali Sebti görevli olarak Bağdat’a giderken yol üzerinde oturan ve geçişi engelleyen bir aslana rastlar. Aslanın yolu kesmesine ve korkutucu bir halde yol üstünde oturmasına önem vermeyerek yoluna devam eder. Bu korkutucu ve tehlikeli olan hayvana yaklaştığında “Meded ya Hazret” diyerek Mevlana Halid’den yardım diler. Tam o esnada bir el aslanın ağzına çarpar ve bunun üzerine aslan yoldan kalkarak oradan hızla uzaklaşır. Şeyh Ali Sebti de yoluna devam eder.

Yine bir başka rivayete göre, Palu beylerinden biri Şeyh Ali Sebti’yi evine davet eder. Bunun üzerine Ali Sebti bu davete icabet eder. Beyin Ali Sebti’yi davet etmesindeki asıl maksat onun şeyh olup olmadığını sınamaktır. Bunun için bey, bir tavuğu İslami usuller dışında keserek yani murdar ederek yemek hazırlatır ve Sebti Hazretlerine ikram eder. Ali Sebti önüne konulan tavuk etinden yer. Bunun üzerine bey Sebti’ye dönerek “Sizin yediğiniz tavuk eti murdar bir tavuğun eti idi. Eğer Şeyh olmuş olsaydınız etin murdar olup olmadığını anlardınız”, der. Bunun üzerine Ali Sebti tebessüm ederek Beyi yanına çağırır ve ağzını açarak “İçeri bak ne görüyorsun?” der. Bey, Şeyh Ali Sebti’nin ağzına bakınca büyük bir derya ve deryanın içerisinde tavuğun yüzdüğünü görür. Ali Sebti, beye dönerek “Sizin o murdar ettiğiniz tavuk bu büyük deryayı kirletebilir mi?” diye sorar. Bu manzara karşısında mahcup olan bey özür dileyerek Şeyh Ali Sebti’ye intisab eder.

Ali Sebtî hazretleri, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını hatırlatır, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdının üstünlüğünü ve buna bağlı olmayı anlatırdı. Namaz için titrer, fırsat buldukça kazâ namazı kılmayı söyler; “Namazlarınızı terk etmeyiniz, aksi halde iyiliği terk edersiniz” buyururdu. Günümüzde türbesi yöre halkı ve çevre illerden gelen ziyaretçiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Gelen ziyaretçiler tarafından kabri şerifleri başında Kur’an-ı Kerim ve dualar okunmaktadır. Ziyaret yaptıktan sonra bazı ziyaretçilerin nafile namazı kıldıkları görülür. Burası haftanın bütün günleri ziyaret edilmektedir. Özellikle sıcak mevsimlerde gerek yöre halkı ve gerekse çevre illerden gelen kişiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilir. Ziyarete her türlü hastalık için gidilmekte, dua edilmekte ve Allah’tan şifa temenni edilmektedir. Çok sık olmamakla beraber adağı bulunan ziyaretçilerin burada kurban kestikleri de söylenir. Yine çeşitli dilek ve istekleri olan kişiler bu maksatlarına ulaşmak amacıyla buraya gelir ve burada yatan zatların yüzü suyu hürmetine Allah’a dua eder.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma

Ahi Musa Türbesi

$
0
0

Ahi Musa Türbesi, Esediye Mahallesi Aslanlı Sokakta Esediye Camiinin güneyinde yer alır.

Ahi Musa Türbesi, Esediye Mahallesi Aslanlı Sokakta Esediye Camiinin güneyinde yer alır. Yapının bugün kayıp olan kitabesinde 1185 tarihinin bulunduğu ileri sürülürse de, esasen Artuklu dönemi sonu ile Selçuklu dönemi başlarına tarihlendirilir. Diğer taraftan darü’l hadis olarak Esediye Medresesi’nin bir ünitesi olduğu da ileri sürülür. Yapı, doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı bir mescid ve ona güney duvarın doğusunda bitişik bir türbeden oluşmaktadır. Mescidin içinden bir kapı, türbe bölümüne açılır ve diğer bir kapı ile türbeden dışarı çıkılır. Güneyde bir türbe penceresi yer alır. Yıkılmış ve harap durumdayken, yapılan son restorasyonda düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır.

Elazığ Kültür Envanterinde, “Şimdi kaybolan fakat evvelce kopyası alınan kitabesine göre 607 H. (1185 M.) tarihinde yaptırılmıştır.”, kaydı yer alır. Sultan IV. Murat devrine ait şeriyye sicilinde ismi Ahi Musa Hervi olarak geçer. Eserin tanıtım tabelasında mescidi, Ahi Musa Hervi (Herdi) namında bir zat yaptırmıştır, diye yazılıdır ki “kendisi ‘Emirüşşehir bi Harputi’ namıyla anılan meşhur bir mücahit ve Fatih’in neslinden gelmiştir”, denilir. Türbede dört mezar bulunmaktadır. Öndeki mezarın Ahi Musa’ya, arkasındaki oğluna, diğerlerinin aynı sülaleden birisi Esseyyid Hasan’a diğerinin de Seyyid Ahmed’e ait olduğu ileri sürülür Taşıdığı lakaptan dolayı Harput’taki ahi teşkilatının varlığına delalet etmesi yanısıra, şehirde sur içindeki 20 Müslüman mahallesinden birinin isminin de Ahi Musa Mahallesi olması, Ahi Musa’nın önemini gösterir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Dağıstanlı Hoca – Hacı Hafız Mehmet Efendi

$
0
0

 

Elazığ – Harput – meteris kabristanında Beyzade hazretleri’nin aile kabristanın hemen yanında

“Dağıstanlı Hoca” diye bilinen Hacı Hafız Mehmet Efendi (1778-1868) Harput’ta dünyaya gelir. Eğitimini Harput, Kayseri, Mısır ve Halep’te gördükten sonra Harput’a döner. İlk olarak Sarahatun Medresesi Müderrisliğine, daha sonra İbrahim Paşa Medresesi müderrisliğine getirilir. Harput’ta yetiştirdiği bir çok kişi arasında değerli din alimi ve mutasavvıf Beyzade Hazretleri, Dellalzade Müftü Mehmet Efendi, Ebcizade Hacı Tevfik Efendi ve Harputlu Şair Nusret Ebubekir de vardır. Onun Sarahatun Camii’nin yeniden yapılışında büyük hizmetleri görülür. Anlatılır ki, inşaat sırasında kullanılan taş sütunlar Elazığ’ın merkezine bağlı “Körpe Köyü”nden getirilir. Bununla ilgili bir de rivayet anlatılmaktadır. O günkü imkânlar içerisinde öküz arabaları ile taşınan bu sütunların Harput’a nakli esnasında öküzler Harput’un altındaki dik rampayı çıkamayarak bugünkü Saray mevkiinde yatarlar. Bütün uğraşmalara rağmen bir türlü öküzler yerlerinden kalkmaz. Bunun üzerine Dağıstanlı Hoca bizzat bu hayvanların yanına gelerek bir süre Kur’an okur ve hayvanları sevip sırtlarını okşar. Bundan sonra öküzler yerlerinden kalkarak hiç mola vermeden Sarahatun Camii önüne kadar gelirler.

Harput’un Meteris Mezarlığı diye adlandırılan yukarı mezarlıkta, Beyzade aile mezarlığının hemen yanı başında medfundur. Etrafı ihata duvarı ile çevrili bulunan bu bölüm, Dağıstanlı Hoca’nın aile mezarlığıdır.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

İğneli Baba

$
0
0

Elazığ – Harput caddesinin sağ tarafındaki mezarlığın yol kenarında ve dut ağaçlarının hizasında medfundur.

İğneli Baba’nın (1804-1914) asıl ismi Hacı Ahmet’tir. Anası Hintli babası Buharalı olup çok küçük iken babasının ve 14 yaşında iken de anasının ölümü Hacı Ahmet’i çok sarsar ve bu teessürün neticesi olarak mal ve mülkünü terk ile seyahate çıkar. Suriye, Bağdad, Mısır, Hicaz’ı dolaşır ve Bağdad’da iken Abdülkadir-i Geylani’nin zaviyesinde mücavir olarak yıllarca kalır ve bu tarikata intisap eder. Bu çalışmaları neticesinde bazı manevi mükafatlara nail olduktan sonra Bağdat’tan Diyarbakır’a ve bir müddet sonra da Elazığ’a gelerek Nail Bey Mahallesinde bir eve yerleşir ve evlenir. İğneli Baba, 1914 tarihinde 110 yaşında iken Elazığ’da ahirete irtihal eder. Harput caddesinin sağ tarafındaki mezarlığın yol kenarında ve dut ağaçlarının hizasında medfundur.

Sunguroğlu İğneli Baba hakkında şunları anlatır.
“Devamlı olarak riyazet çeker, yemek, hele et hiç yemezdi. Gıdasını yalnız yoğurt ve ayran teşkil ederdi. Bu sebeple vücudu âdeta bir iskelet halindeydi. Fakat, sıhhati yerinde ve sağlamdı. Ak sakallı, nuranî çehreli, sık ve beyaz kaşlarının altında zekâ fışkıran ufacık mavi gözleri vardı. Vücudu, elbisesi tertemizdi. Basma beyaz fes giyer ve üzerine bir sarık sarardı. Sabahları bir elinde tesbihi, bir elinde asası evinden çıkar, gününü, hükümet dairelerine girip çıkmak, çarşı ve pazarda sevdiklerinin dükkân ve mağazalarında oturmak ve beş vakit namazını muhtelif camilerde kılmak suretiyle geçirirdi. Kendisinden dünyanın ahvali sorulunca: Dad yok. Dad yok diye cevap verirdi.”

Hacı Ahmed Baba’ya, ağzında iğne ve bazan da kürdan yapmasından dolayı İğneli Baba ismi verilir. Bir kağıt veya bir çöp parçasını ağzının içine koyar ve bir az sonra madenî bir halde ya bir iğne veya bir kürdan çıkarırdı. Sunguroğlu yaşamış olduğu bir tecrübeyi nakleder.
“Ben gençliğimde bu gibi şeylere katiyyen inanmaz, el çabukluğu, hokkabazlık veya herhangi bir gözboyacılık derdim. Fakat iş öyle değilmiş. Bazı inanmıyanlara Baba, çöp veya kâğıdın yarısını, iğne veya hilâl, yarısını da çöp veya kâğıt halinde de çıkarır gösterirmiş. 1910 (1328 R.) yılında Elâzığ gün kalemde bütün arkadaşlarla bir taraftan çalışıyor, bir taraftan da İğneli Babanın bu gibi ahvalinden bahs ediyorduk. Tam bu sırada, İğneli Baba kalem odasına girmesin mi? Yanımda oturan arkadaşım rahmetli Kesirikli Kekeç Sabri, Babayı görünce, Sus sus diye gülerek beni ikaza çalışıyordu. Ben de haydi yaptır bakalım gözümün önünde, diye kulağına fısıldadım. Sabri, hemen yerinden fırladı ve bir iskemle tedarik ederek benimle kendi iskemlesi arasına koyarak Babayı oturttu. Kahvesi ısmarlandı. Ben inanmadığım için bazı arkadaşlar şimdi görürsün diye beni kabule teşvik ediyorlardı. Baba kahvesinden evvel bir bardak su ve üstüne de kahvesini içdikten sonra rahmetli Sabri, Babaya ufak bir kâğıt parçası uzattı ve rica etti. Baba kâğıdı aldı, 6-7 cm. uzunluğunda iki ince parça keserek bu parçaları dilinin üzerine koydu ve ağzını kapayarak bir şeyler okumaya başladı. Okudukça yüzünde garip ihtilâçlar husule geliyordu. Bir aralık yüzü kıpkırmızı kesildi, bu hal on dakika kadar devam etti. Nihayet ağzını açtı, bir az evvel dilinin üzerine koyduğu beyaz kâğıt parçaları, şimdi madenî iki tane hilâl olmuştu, Sabriye verdi, Sabri de birisini hemen bana uzattı. Elime aldığım zaman bu madenî hilâl sanki bir demir ocağından çıkmış gibi kızgındı. O zaman ben de bu işe inanmıştım. Hakikaten harikulade bir mazhariyetti. Bana verilen bu hilâli hâlâ saklarım.”

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Palulu Mehmet Baba

$
0
0

Elazığ – Aksaray mahallesindeki kendisine ait evin müştemilatının bir bölümünde

Silsile-i Şerif ile ilgili Ömer hüdai Baba’nın silsilesini ekle

Palulu Mehmet Baba’nın (1875-1958) türbesi Aksaray Mahallesinde kendisine ait evin müştemilatının bir bölümünde bulunmaktadır. Bugün oğlunun ikamet ettiği evin bitişiğinde yer alan türbesi, sadece makam bölümünden oluşmaktadır.

Şeyh Alaaddin Efendi’nin soyundan gelen Palulu Mehmet Baba, 1875 yılında Palu’nun Beyhan Beldesine bağlı Arındık (Şeyhpiran) köyünde dünyaya gelir. 15–16 yaşlarında eğitim için Palu’ya gider. Buradan Harput’a, Harput’tan da Kövenk (Güntaşı) köyüne geçerek Kövenkli Hacı Ömer Baba’ya intisap eder. Palulu Mehmet Baba bir ara, Beyzade’nin şeyhleri ve tarikatları murakabe görevi çerçevesinde, Kövenkli Hacı Ömer Baba’nın Harput’a göndermiş olduğu tarikat usul ve erkanını gösterecek olan müritlerin başında yer alır.

Mehmet Baba, Hacı Ömer Baba’nın vefatından sonra ova ve merkeze bağlı köylerde hem imamlık yapar hem de dergahı çalıştırmaya devam eder. 1915–1916 yılında Kövenk’ten ayrılarak kendi köyüne dönmeye karar verir. Bu arada köyden kardeşlerinin çocukları yanına gelmişlerdir. Palu’ya giderken Cemşit Bey sülalesine mensup ve geniş bir nüfuza sahip olan Haşim Bey’in teklifi ile Haşim Bey’in köyüne giderek yerleşir. Bu köyde bulunduğu sırada Palulu Mehmet Baba ile ilgili şöyle bir olay rivayet edilir. O dönem yörede bir kuraklık yaşanmaktadır. Köylüler Mehmet Baba’ya gelerek “Yağmur duasına çıkalım” derler. Bunun üzerine yağmur duası yapılır. Yapılan duanın ardından muazzam bir şekilde yağmur yağar. Fakat yağmur duasından sonra Mehmet Baba’nın dili şişer ve üst damağına yapışır. Kırk gün kaşığın sapıyla bastırarak ancak su, süt ve ayran içebilir. Daha sonra biraz iyileşen Mehmet Baba, “Artık bu köyden ayrılmanın vakti gelmiştir”, diyerek kendine ait mal ve hayvanları satar. Erzurum tarafından gelen bir kervana eşyalarını yükleyip 1924 yılında Kövenk köyüne gelir. Burada Hacı Ömer Baba’nın dergâhını 1937 yılına kadar devam ettirir.

Palulu Mehmet Baba 1937 yılında Rüstempaşa Mahallesine gelir ve ikamet eder. Burada zor şartlar altında dergâh hizmetlerini yürütür. Daha sonra Aksaray Mahallesine gelir ve yerleşir 1958 yılında burada vefat eder. Türbesi evinin ve dergâhının bulunduğu Aksaray Mahallesindedir. Ziyaret şehir merkezinde yer almasından dolayı yöre halkınca yoğun olarak rağbet görmektedir. Ziyaret haftanın bütün günleri yapılır. Burası daha çok psikolojik rahatsızlığı bulunanlar, felçli hastalar başta olmak üzere tıbbın aciz kaldığı her türlü hastalarca ve iş bulma, yaşadığı ailevi sıkıntılardan kurtulma gibi çeşitli amaç ve maksat doğrultusunda ziyaret edilmektedir. Ziyaret mekanının elverişli olmaması sebebiyle kurban olayı görülmez. Ancak amaç ve maksatlarına ulaşıp da adak dileyenler bunu başka yerlerde gerçekleştirmektedirler. Ayrıca ziyaretçiler tarafından ziyarete gelen hastaların şifa amacıyla yemeleri için şeker vb. türden lokma adı verilen kuru gıdalar bırakılmaktadır.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Hacı Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi

$
0
0

Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi’nin (1878-1964) türbesi Elazığ’da Asri Mezarlık’ta

Nakşi – Kadiri Şeyhi

Hacı Muharrem Hilmi Efendi il merkezine 25 km. mesafede bulunan Sarılı köyünde dünyaya gelmiştir. Aile lakapları Sipahigiller olup babası Köse Ahmet’tir. Muharrem Hilmi Efendi beş altı yaşlarına geldiğinde ailesi ile birlikte Elazığ’ın merkez köylerinden Gurbet Mezire’ye göçerler. Burada arkadaşlarıyla beraber koyun güderken onar tane ihlâs süresini okurlar ve bir dağın başında oturur “hû” çekip dervişlerin zikirlerini taklit ederler. Bir gün bu zikirleri esnasında orada beliren bir ihtiyar çocuklara ileride ne olacaklarını söyler. Muharrem Hilmi Efendi’nin de okuyup ilerleyeceğini ifade eder. Daha sonra kendi adının da Ahmed Zeyneddin olduğunu söyleyip gözden kaybolur. Muharrem Hilmi Efendi çevresindekilere bu olayı anlatırken “İşte biz ilk feyzimizi Ahmed Zeyneddin’den aldık” dermiş.

Kövenkli Hacı Ömer Baba’ya intisabı
Muharrem Hilmi Efendi bir süre sonra ilim tahsiline başlar. 1892’de ailesiyle beraber Sofular köyüne göç eder. Burada ikamet ederken, bir gün Kadiri ve Nakşî şeyhi Kövenkli Hacı Ömer Baba köye konuk olur. Birkaç gün süresince bu zatın sohbetlerinde bulunur ve ondan etkilenir. Hacı Ömer Baba da bu süre zarfında onunla yakından ilgilenir. Hacı Ömer Baba köyüne gitmek için Sofular Köyü’nden ayrılırken Muharrem Hilmi Efendi ona, “Nereye gidiyorsun? Ben seni tekrar nerede bulurum, sana nasıl gelirim?” der. Bu soru üzerine Hacı Ömer Baba, “Benim bir çengelim vardır, onu senin kalbine takar, seni bana doğru çekerim”, diye cevap verir ve köyden ayrılır. Aradan bir hafta geçer. Muharrem Hilmi Efendi, Hacı Ömer Baba’yı çok özler. Hacı Ömer Baba’nın çengeliyle kendisini çekmediğini görünce, onu görmek için yola koyulur ve yürüyerek Kövenk köyüne gelir Çeşmeden abdest alıp camiye doğru giderken evinin kapısı önünde bekleyen Hacı Ömer Baba, “Gel benim müridim, gördün mü nasıl çengeli takıp seni buraya çektim”, der. Muharrem Hilmi Efendi Hacı Ömer Baba’ya böylece intisab eder ve haftada birkaç defa mürşidini görmeye gider.

Askere gidişi ve Muhammed Küfrevi hazretlerinden nakşi icazeti alışı
Muharrem Hilmi Efendi ailesiyle birlikte birkaç köy daha dolaştıktan sonra Harput’a yerleşir. Hacı Abdullah Efendi’nin medresesinde Hacı Abdullah Efendi ve oğullarından zahiri ilimleri öğrenmeye başlar. Bir yandan ilmi dersler alırken bir yandan da Kövenk’e şeyhini görmeye gidip gelir. Bu arada herkesin evliyadan kabul ettiği Beyzade Ali Rıza Efendi’ye müezzinlik yapar. 1906’da askerlik görevi için Erzurum’a gönderilir. Önce tabur katipliği yapar. Güzel sülüs ve rik’a yazı yazdığı ve oldukça keskin bir zekâya sahip olduğu için komutanlarının özellikle Paşanın dikkatini çeker ve Paşa ile yakın bir dostluk kurar. Daha sonra açılan imtihanı kazanarak tabur imamı olur. Bir müddet sonra Erzurum’dan Bitlis’e geçer. Burada Hizan Gavsi ahfadından Abdulgaffar Hoca ile dost olur Muhammed Küfrevi’ye de intisab edip sohbetlerinde bulunur ve nakşîlikten icâzet alır.

Araplar Muharrem Hilmi Efendi’ye “Reculun Salih’’ derler
1912’de Elazığ’da depo taburlarının teşkiline memur tayin edilir. Bir süre sonra Yemen’e gönderilir. Yemen’de tabur imamlığından başka Arap çocuklarına Türkçe öğretmenliği de yapar. Burada iki yıl kalır ve yaşadığı bir olay kendisine “Reculun Salih” denmesine sebep olur. Anlatıldığına göre, Yemen’de yağmur yağmamaktadır. Her ne kadar yağmur duasına çıkılsa da, bu bir çare olmamıştır. Bunun üzerine Paşa kendisini huzuruna çağırır. “Sen iyi bir adama benziyorsun. Görüyorsun ki burada yağmur yağmıyor, yağmur duasına çıkıyorlar, kâr etmiyor. Bir de senin yağmur duasına çıkmanı istiyorum.” der. Muharrem Hilmi Efendi ise, “Olur Paşa, yalnız Allah’ın huzuruna hep dost olarak çıkmalıyız. Askeri silahtan tecrit edeceksiniz. Paşa “Olur mu Araplar bizi vururlar”, deyince Muharrem Hilmi Efendi, “Onu bana bırakınız”, der. Yemen Şerifinin huzuruna çıkar ve vaziyeti anlatır. Namaza silahsız çıkacaklarını, şayet askere bir saldırı olursa Resülüllah’ın huzurunda kendisinden şikâyetçi olacağını söyler. Yemen Şerifi ise yerli halktan bir saldırı olmayacağı hususunda teminat verir. Muharrem Hilmi Efendi daha sonra evlad-ı Resulden olan şerifin küçük oğlunu da yanına alarak namazgâha çıkar. Önce hem Türklere hem de Araplara kendi lisanlarında öğütler verdikten sonra Allah’a dua eder ve evlad-ı Resul’den olan bu çocuğun yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak’tan yağmur ister. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlar. Bu dua üç gün yapılır ve üç gün boyunca yağmur yağar. İşte bu olay üzerine Araplar Muharrem Hilmi Efendi’ye “Reculun Salih” (Bu salih bir adamdır) derlermiş.

‘’Sırri’’ mahlasını kullanması
Muharrem Hilmi Efendi “Sırri” mahlasını ise kendisinin anlatmış olduğu şu olay üzerine almıştır. “Çocukluğumda kalbimde iki noktayı düşünmekte idim. Birincisi Peygamberimize o kadar muhabbetim vardı ki ekseri geceleri rüyamda denizlerde yüzerek O’nun türbesinin saçaklarına kadar gider, göremeyip geri dönerdim. Bu hal bir hayli müddet sürmüş ve nihayet türbe-i saadeti ziyaret etmem mümkün olmuştur. İkincisi Pir-i Geylani’ye fart-ı muhabbetim saikasıyla bir fırsat bulup ve arkadaş arayarak Bağdat’a gitmeye azmettim. Bir gün köyden çıktım, kalbim üzüntülü idi. Büyük meydandaki yüksek kule önünde bir saraç dükkânının duvarına ellerimi arkamda tutarak yaslanmış, Bağdad’a gitme düşüncesine dalmıştım. Hayret içinde iken bir zât, Alikurna kâğıdı üzerine gayet güzel yazılmış, zarfsız bir yazı verdi elime. Bir manzume idi bu. Hayret âleminde olduğumdan verenin kim olduğunu sormadım, o da bir şey demedi. Manzume şöyle başlıyordu: “Muharrem sırri Hudadır…” Kâğıt Bağdat’tan geliyordu. Veren de Bağdatlı idi. Onu Pir-i Geylani’nin ruhaniyeti vermişti bana. O andan itibaren “Sırri” mahlasını kullandım”.

Muharrem Hilmi Efendi Yemen’den döndükten sonra Mekke ve Medine’ye tayin edilir. Medine-i Münevvere’de bir buçuk yıl mücavir olarak kalır ve Şeyhü’l Harameyn’e niyabeten Türbe-i Saadet’in içine girer. Muharrem Hilmi Efendi Hicaz bölgesine atanmadan önce o mukaddes yerlere gitme arzusunu Peygamber Efendimize yazdığı şu hasret dolu şiiriyle dile getirmiştir:

“Ey benim şem-î dilim ruh-î revanım Mustafa
Kime vardım ise bu derdime derman demedi
İd-î vuslata ne hacet, gayriye kurban içün,
Muharrem sırr-î kulun ravzana yüz sürmek içün,
Gelmişem kapına lütfeyle, sultanım Mustafa,
Senden aldım bu derdi, kanı dermanım Mustafa
Kâbe’ye kurban gerek işte canım Mustafa
Kıl şefa’at ki, gel şems-î tabânım Mustafa”

Bu şiirin hemen akabinde Allah’ın izniyle Hicaz’a atandığını söyler. Daha sonra tekrar Erzurum’a gelir ve Birinci Dünya Savaşlarına katılır. Muharrem Hilmi Efendi bu şartlar altında zahiri ve batıni ilmi çalışmalarını yürütür. Erzurum’da iken Edip Efendi Medresesi’ne devam eder ve ilmi icazetini alır. 1925–1926 yıllarına kadar Erzurum’da kaldıktan sonra emekliye ayrılıp doğum yeri olan Elazığ’a döner.

Muharrem Hilmi Efendi bundan sonra evinden pek dışarı çıkmaz. Hem gelen talebelere ders verir hem de kendisi ilmini daha da ilerletmek için ders çalışır. Hiçbir talebeyi de geri çevirmez. Halk arasında anlatılır ki, kendisi iyi bir alim, gerçek bir mutasavvıf ve kamil bir mü’mindir. En güç fetvalar dahi onun evinde çözülürmüş. Tasavvufu asla istismar edip geçim vasıtası yapmaz. Erzurum’da ev alıp yerleşmesi için samimi bir müridinin kendisine verdiği 300 altını dahi reddetmiştir. O, gösterişi asla sevmez, riya olmasın diye gelenleri şapkasıyla karşılarmış. Son zamanlarında yeşil sarığını vurup yaptığı nafile ibadetlerini ise elinden geldiğince gizlemeye çalışırmış. Herkesi özellikle hayvanları çok sevip onları korurmuş. Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Elazığ’ın 20 km. güneydoğusunda bulunan Kövenk köyündeki şeyhi Hacı Ömer Baba’yı zaman zaman ziyaret eder Bu ziyaretlerinden birisini Süleyman Ateş şu şekilde nakleder.

Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Harputtaki müzezzinliği sırasında bir Perşembe günü Kövenk’te şeyhi Hacı Ömer Baba’yı ziyarete gider. Şeyhinin isteğiyle o geceyi Kövenk’te geçiren Hacı Muharrem, cuma namazı için vaktin hayli daraldığını, Harput’ta görevli olduğu camide bulunması gerektiği halde, şeyhinden izin çıkmadığını ve bu sıkıntısını şeyhine açamadığını, ümidini de kestiğini notlarında ifade eder. Zira Kövenk Harput’a epey uzak bir mesafede olmasına rağmen, Cuma namazının vaktine de az bir süre kalmıştır. Hacı Muharrem Hilmi Efendi bu sıkıntılar içersindeyken Hacı Ömer Baba kendisine, “köyü çıkıp abdest almasını ve rabıta etmesini” söyler. Söylenenleri yapan Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Hacı Ömer Baba’nın geldiğini, elinden tutup onu yel gibi uçurduğunu bir ara nerede olduklarını tayin için gözlerini açtığında, Harput’un alt tarafındaki Hüseynik köyünün üstünde olduklarını, gözlerini açmamış olsaydı tam Harput’taki caminin önünde olacaklarını, ancak bu safhadan sonra yirmi dakikalık yol yürüyerek camiye geldiğini ve görevini ifa ettiğini”, anlatmaktadır.

İcazet Verdikleri
Muharrem Hilmi Efendi Nakşî usülüyle dersler verirdi. O, Elazığ’da daha çok ilmi yönüyle tanınmıştır. Yöredeki birçok imam ve vaiz onun ilminden istifade etmişlerdir. Kendisinin belirttiğine göre üç zâta icazet vermiştir. Bunlardan birisi Karadeniz taraflarından bir zattır. İkincisi yine Karadenizli fakat Erzurum’da kalan Ali Rıza Pirimoğlu’dur. Prof. Dr. Süleyman Ateş’e de bir icazetname bırakmış ve bu icazetnameyi ise kendi parmağıyla mühürleyerek vermiştir. Muharrem Hilmi Efendi, Nakşîlikten, Kadirilikten, Şettârilikten ve Şâzilikten bir âlim ve mutasavvıftır.

Eserleri
Tasavvufa, feraize, va’za dair birçok eserler yazmıştır. Divan, mev’ize-i Hilmiye, Divan-ı Hüdayi, Menazil-üs Salikin, Makamat-ı Ezkâr-i İlahiyye Lisalik-it Tarikat-il Kadiriye, eserlerinden bazılarıdır. Bunlar içinde en önemli eseri kendi şiirlerini de içinde topladığı Divan adlı eseridir. Şiirlerinde “Sırri” mahlasını kullanmıştır adlı eseridir. Şiirlerinde “Sırri” mahlasını kullanmıştır lokma adı verilen yiyecek bıraktıkları görülür.

Vefatı ve Türbesi
Vefatından önce dört beş ay hasta yatar. Hastalığından hiçbir zaman şikâyetçi olmaz. Çevresindekiler ziyaretine gidip halini sorduklarında, “Elhamdülillah iyiyim, hiçbir şeyim yok, dolaşıp ne yapacağım? Yatmak hoşuma gidiyor, yatıyorum işte”, der ve, “Dünya bir lâşedir, Onu isteyenler köpeklerdir, Her gün bir melek şöyle bağırır: Doğun ki ölesiniz, yapın ki yıkılsın” anlamındaki Arapça şiiri ve hadisi okurmuş.

Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi’nin (1878-1964) türbesi Elazığ’da Asri Mezarlık’ta bulunmaktadır. Yapı, altıgen planlı olup üstü kubbelidir Aydınlatması iki pencere ile sağlanan türbeye, 2009 yılı içerisinde Konyalı bir işadamı olan Muharrem Hilmi Şenalp tarafından restore ettirilip çevre düzenlemesi yapılarak modern bir görünüm kazandırılır.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Haydar Baba

$
0
0

Şeyh Haydar Baba’nın (1906-1979) türbesi Elazığ merkez Asri Mezarlığı’nda yer almaktadır.

Haydar Baba Palu’da dünyaya gelmiştir. Haydar Baba’nın ataları Hz. Hüseyin’e dayanmakta olup seyyiddirler. Dedesi Abbas Efendi’nin ailesi Bağdat’tan gelip Maden’e yerleşir. Anlatıldığına göre, Osmanlı Devleti’nin tavsiyesi ile Seyyidler Anadolu’ya getirilip o yörenin eğitimi ve yöneticiliği o insanlara verilirmiş. Haydar Baba’nın dedeleri de o amaç için Bağdat’tan getirilmiş, Maden’in zaman zaman yöneticiliği ile görevlendirilmiştir.

Haydar Baba’nın babası Cemil Efendi, Şeyh Ali Sebti’nin oğlu olan Mahmut Feyzi Efendi vasıtasıyla Nakşibendî tarikatına müntesiptir. Katıldığı ilim ve zikir meclislerine oğlu Haydar Baba’yı da götürür. Altı yedi yaşlarında annesini kaybeden Haydar Baba 10 yaşına gelince babası hastalanır. Hastalığı süresince gücünün üstünde hizmet eden Haydar Baba velisinin büyük dualarını alır. Babası vefat edince ablası Leyla Hanımın yanında kalır ve eniştesinin berber dükkânında çıraklık yapar. Bu arada Haydar Baba Cemşidiye Medresesi’nde Molla Selim Hoca’dan ders alır ve eğitimini tamamlar.

Osmanlıca ve Arapça’yı da iyi bilen Haydar Baba’nın Kur’an okuma ve tecvit ilmine vukufiyeti vardır. Haydar Baba aynı zamanda Rüştiye mezunudur. 17 yaşına geldiğinde kendine bir mürşid-i kâmil aramaya başlar. Bunun sonucunda Palu’nun Sağuna köyünde Kasım Hoca’nın oğlu Kadiri şeyhi Hacı Muhammed Baba’dan tarikat alır. Ticaret hayatına bir arkadaşıyla ortaklaşa berber dükkanı açarak başlar. 18 yaşlarında ilk evliliğini yapar ve Kiliban köyünden Yusuf Ağa’nın kızı Hatun’la evlenir. Bu evlilikten kızı Hayriye Hanım dünyaya gelir. Bu arada evinin bir odasını çilehane yapıp burada ibadet, riyazet ve ilimle meşgul olur. 1925 yılında dönemin şartları münasebetiyle Palu’nun ileri gelenleriyle beraber tutuklanır, fakat mahkeme sonucu beraat eder. Eskişehir’e sürgün edilene kadar iş hayatı devam eder.

Haydar Baba 1945 Yılında Kürüm köyü ile Habap köyü arasında Palu kaymakamı ile karşılaşır. Başında şapkası olmadığı için Habap köyüne götürülüp ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılır. Bir hafta sonra iş yerinden alınarak tutuklanır. Evinde buldukları icazetname, şeyhi Hacı Baba’nın hediye ettiği taç ve abası suç unsuru kabul edilerek Eskişehir ili Seyitgazi ilçesi Kırka nahiyesine sürgün edilir. Sürgün hayatının vermiş olduğu üzüntü neticesinde, eşi Edebiye hanım felç olur ve kısa bir süre sonra vefat eder. Sürgün hayatı iki yıl kadar sürmüştür. Kırka nahiyesinde Muhammet Hoca ve ekmek pişiren bir kadın gördükleri rüyalarında, Askeri bir birlik tarafından korunan, kalabalık bir cemaat Kırka nahiyesine gelir. Birliğin başında bulunan komutan kendilerine şöyle der. “Ben Abdulkadiri Geylaniyim. Buraya getirdiğimiz bu halifemin bütün ihtiyacını siz karşılayacaksınız.” Hoca efendi sabahleyin çarşıya çıkınca ev halkıyla birlikte sürgün edilip gelen ve nahiyenin girişinde bekçi kulübesine yerleştirilen birinden bahsedildiğini duyar. Hemen bekçi kulübesine gider ve rüyada gördüğü zatla karşılaşır. Hoca efendi, Haydar Babanın dışarıdaki işleriyle, ekmekçi kadın ise hanımının ev işlerinde yardım ederler. 1946 seçimlerinden sonra Palu’ya dönüşüne izin verilir.

Haydar Baba Sağuna köyünde şeyhi Hacı Baba’nın yanına giderek on günlük ilk itikâfına oturur. Haydar Baba, bu itikâfta iken bir rüya görür. Rüyasında Dörtyol kavşağında başının üzerinde içli köfte dolu bir sepetle beklediğini ve gelen geçenin bu köfteden aldığını görür. Şeyhi Hacı Baba bu rüyayı “ İçli köfte tarikattır, sen bu yolda çok faydalı olacaksın.” diyerek yorumlar. İtikâfını kırk güne tamamlamak ister. Fakat şeyh kendisinin bu çileye oturmadığını söyler ve “bir yıl sonra beraber oturalım”, diyerek erteler. Daha sonra yine gördüğü bir rüya üzerine köyden gelenlere şeyhinin durumunu sorar. Hasta olduğunu öğrenince hemen Sağuna köyüne gider. Şeyhi verdiği icazetle kendisinden sonra bu görevi yürütmesini ister. Haydar Baba şeyhinin vefatından sonra Sağuna camisinde Tarhanalı Sofu Cuma ve şeyhinin oğlu Ömer Efendi ile itikâfa otururlar. Yaptığı bu itikâflara rağmen kalbindeki vesvese devam eder. Yaşı da genç olduğu için kendine bir mürşid aramaya devam eder. Bunun üzerine Tepecüklü Mehmet Baba’dan izin alarak bir itikâfa daha oturur. Bu itikâf için, “Mehmet Baba, itikâf boyunca bize manen çok sahip oldu. Bu itikâfla zikrin lezzeti kalbime yerleşti”, der. Bu arada şeyhinin vefatından önce oturmak istediği kırk günlük çileye genç yaşta olduğu için tecrübesinden emin olduğu Hacı Cuma Hoca’nın gözetiminde oturmak ister. Mirmehmet Köyü’ne giderek bu isteğini belirtir ve kendisine yardımcı olmasını ister Hacı Cuma Hoca istihare sonucunda evinin altındaki samanlıkta Haydar Baba’yı çileye oturtur. Bu arada Hacı Cuma Hoca’nın Nakşî tarikatı teklifini kabul eder. Yaşlı olan Hacı Cuma Hoca birkaç günde bir Haydar Baba’nın yanına gelerek durumunu sorar. Haydar Baba çileye Nakşî şeyhinin gözetiminde oturduğu halde, çile perdesini Kadiri pirlerin beklediğini görür. Çilenin otuzuncu gününde dönemin siyasi şartları münasebetiyle Hacı Cuma Hoca, Haydar Baba’nın çilesini bitirir ve geri kalan kısmı için, “Evine git, on gün daha oturduktan sonra çileden çık. Senin çilen tamamdır”, der. Fakat Haydar Baba, “çilem bozuldu”, diye kırk gün daha oturur. Böylece çilesini yetmiş günde tamamlar. Bu çile sonunda çok bitkin düşen Haydar Baba’nın kendisini toplaması uzun zaman alır. Hacı Cuma Hoca çileyi tamamlayan Haydar Baba’yı tebrik etmeye gider. Yanında Şeyh Ali Sebti’nin oğlu Şeyh Hasan Efendi’nin kendisine verdiği Nakşibendî tarikatının Halidiye kolundan hazırlamış olduğu icazetnameyi kendisine teslim etmek ister. Fakat Haydar Baba, “Çileye icazet için oturmadım. Arzum Allah’a kulluk görevini yerine getirmektir”, der. Bunun üzerine Hacı Cuma Hoca da, “Sana icazet vermeyi büyüklerimiz buyurdular”, cevabını vererek icazeti teslim.

Şeyh Haydar Baba gittiği köylerde İslam ahlâkını, Allah’a kulluğu ve imanın hakikatlerini anlatır, zikrullahın önemini vurgulardı. Farzların, vaciplerin ve sünnetlerin yanında bizatihi kendisinin de yaptığı gibi müritlerine de tarikat adabına uygun olarak nafile ibadetleri teşvik ederdi. Haydar Baba, Kadiri ve Nakşibendî tarikatı kaidelerine göre ders verirdi. Bu arada Haydar Baba’nın irşad çalışmaları devam eder. 1976 yılında geçirmiş olduğu şeker hastalığından dolayı ayak parmağında rahatsızlık meydana gelir ve tedavi için İstanbul’a gider. 1977 yılında Palu’da meydana gelen deprem sonucu evi hasar görür. 1978 yılında oğulları Cemil ve Abdulkadir Efendilerle yaptığı istişare sonunda Elazığ’a göç etmeye karar verir. Elazığ’a göçten sonra ayağındaki yara tekrar ortaya çıkar ve rahatsızlanır. Cemil Efendi Haydar Baba (r.a.)’nın son anlarını şöyle anlatır. “Hastalığı çok şiddetlenmişti. Dudaklarına pamukla su vurarak ıslatıyordum. Sonra yüksek sesle zikir etmeye başladım. Babam gözlerini açtı, oğlum dedi; “Sen Lailahe İllallah demeyi bana mı öğretiyorsun. Beni meşgul etme. Ağzıma su vererek, yüksek sesle zikir yaparak dikkatimi dağıtıyorsun. Rabbimle arama girme. Beni onunla baş başa bırak. Ben huzurdayım” Sonra gözlerini yumdu. Bir süre sonra tekrar gözlerini açarak bana, “anladın mı?” diye sordu. Bende evet anladım ama geç anladım, dedim. Yeniden gözlerini yumdu. Göğsü kalkıp iniyordu. Kardeşim Abdulkadir Efendi, cemaatin beni sabah namazını beraber kılmak için çağırdığını söyledi. Ben, kendisine namazı kıldırmasını söyledim ve Yasin süresini okumaya başladım. İkinci sahifeyi okurken, babam aniden başını sağa doğru fırlatır gibi kıbleye doğru çevirdi ve baki aleme göç etti.”

Şeyh Haydar Baba’nın (1906-1979) türbesi Elazığ merkez Asri Mezarlığı’nda yer almaktadır. Türbe beton ve tuğla işçiliği ile inşa edilmiştir. Dikdörtgen planlı olan bu türbenin makam (türbegah) kısmı kubbelidir. Türbenin makam bölümü haricinde biri mescit ve diğeri misafirhane olmak üzere iki bölümü daha bulunmaktadır. Türbenin bulunduğu bahçenin etrafı duvarla çevrilidir.

Haydar Baba’nın türbesi günümüzde yörede her türlü sıkıntı ve rahatsızlıktan muzdarip olan insanlar tarafından yoğun olarak ziyaret edilir. Ziyaret için belirli bir gün mevcut olmayıp haftanın bütün günleri de ziyaret edilmektedir. Daha çok ruhsal sıkıntısı olan kişiler tarafından bu ziyarete rağbet edilmektedir. Ziyarete getirilen hastalar bir süre burada bekletilir veya yatırılır. Ziyaret sonrasında ziyaretçilerin bir kısmı nafile namazı kılmaktadırlar. Bununla beraber Haydar Baba türbesi ziyaret amaçlı olarak da ziyaret edilip dualar edilmektedir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Şeyh Haydar Baba

$
0
0

 

Şeyh Haydar Baba’nın (1906-1979) türbesi Elazığ merkez Asri Mezarlığı’nda yer almaktadır.

Haydar Baba Palu’da dünyaya gelmiştir. Haydar Baba’nın ataları Hz. Hüseyin’e dayanmakta olup seyyiddirler. Dedesi Abbas Efendi’nin ailesi Bağdat’tan gelip Maden’e yerleşir. Anlatıldığına göre, Osmanlı Devleti’nin tavsiyesi ile Seyyidler Anadolu’ya getirilip o yörenin eğitimi ve yöneticiliği o insanlara verilirmiş. Haydar Baba’nın dedeleri de o amaç için Bağdat’tan getirilmiş, Maden’in zaman zaman yöneticiliği ile görevlendirilmiştir.

Haydar Baba’nın babası Cemil Efendi, Şeyh Ali Sebti’nin oğlu olan Mahmut Feyzi Efendi vasıtasıyla Nakşibendî tarikatına müntesiptir. Katıldığı ilim ve zikir meclislerine oğlu Haydar Baba’yı da götürür. Altı yedi yaşlarında annesini kaybeden Haydar Baba 10 yaşına gelince babası hastalanır. Hastalığı süresince gücünün üstünde hizmet eden Haydar Baba velisinin büyük dualarını alır. Babası vefat edince ablası Leyla Hanımın yanında kalır ve eniştesinin berber dükkânında çıraklık yapar. Bu arada Haydar Baba Cemşidiye Medresesi’nde Molla Selim Hoca’dan ders alır ve eğitimini tamamlar.

Osmanlıca ve Arapça’yı da iyi bilen Haydar Baba’nın Kur’an okuma ve tecvit ilmine vukufiyeti vardır. Haydar Baba aynı zamanda Rüştiye mezunudur. 17 yaşına geldiğinde kendine bir mürşid-i kâmil aramaya başlar. Bunun sonucunda Palu’nun Sağuna köyünde Kasım Hoca’nın oğlu Kadiri şeyhi Hacı Muhammed Baba’dan tarikat alır. Ticaret hayatına bir arkadaşıyla ortaklaşa berber dükkanı açarak başlar. 18 yaşlarında ilk evliliğini yapar ve Kiliban köyünden Yusuf Ağa’nın kızı Hatun’la evlenir. Bu evlilikten kızı Hayriye Hanım dünyaya gelir. Bu arada evinin bir odasını çilehane yapıp burada ibadet, riyazet ve ilimle meşgul olur. 1925 yılında dönemin şartları münasebetiyle Palu’nun ileri gelenleriyle beraber tutuklanır, fakat mahkeme sonucu beraat eder. Eskişehir’e sürgün edilene kadar iş hayatı devam eder.

Haydar Baba 1945 Yılında Kürüm köyü ile Habap köyü arasında Palu kaymakamı ile karşılaşır. Başında şapkası olmadığı için Habap köyüne götürülüp ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılır. Bir hafta sonra iş yerinden alınarak tutuklanır. Evinde buldukları icazetname, şeyhi Hacı Baba’nın hediye ettiği taç ve abası suç unsuru kabul edilerek Eskişehir ili Seyitgazi ilçesi Kırka nahiyesine sürgün edilir. Sürgün hayatının vermiş olduğu üzüntü neticesinde, eşi Edebiye hanım felç olur ve kısa bir süre sonra vefat eder. Sürgün hayatı iki yıl kadar sürmüştür. Kırka nahiyesinde Muhammet Hoca ve ekmek pişiren bir kadın gördükleri rüyalarında, Askeri bir birlik tarafından korunan, kalabalık bir cemaat Kırka nahiyesine gelir. Birliğin başında bulunan komutan kendilerine şöyle der. “Ben Abdulkadiri Geylaniyim. Buraya getirdiğimiz bu halifemin bütün ihtiyacını siz karşılayacaksınız.” Hoca efendi sabahleyin çarşıya çıkınca ev halkıyla birlikte sürgün edilip gelen ve nahiyenin girişinde bekçi kulübesine yerleştirilen birinden bahsedildiğini duyar. Hemen bekçi kulübesine gider ve rüyada gördüğü zatla karşılaşır. Hoca efendi, Haydar Babanın dışarıdaki işleriyle, ekmekçi kadın ise hanımının ev işlerinde yardım ederler. 1946 seçimlerinden sonra Palu’ya dönüşüne izin verilir.

Haydar Baba Sağuna köyünde şeyhi Hacı Baba’nın yanına giderek on günlük ilk itikâfına oturur. Haydar Baba, bu itikâfta iken bir rüya görür. Rüyasında Dörtyol kavşağında başının üzerinde içli köfte dolu bir sepetle beklediğini ve gelen geçenin bu köfteden aldığını görür. Şeyhi Hacı Baba bu rüyayı “ İçli köfte tarikattır, sen bu yolda çok faydalı olacaksın.” diyerek yorumlar. İtikâfını kırk güne tamamlamak ister. Fakat şeyh kendisinin bu çileye oturmadığını söyler ve “bir yıl sonra beraber oturalım”, diyerek erteler. Daha sonra yine gördüğü bir rüya üzerine köyden gelenlere şeyhinin durumunu sorar. Hasta olduğunu öğrenince hemen Sağuna köyüne gider. Şeyhi verdiği icazetle kendisinden sonra bu görevi yürütmesini ister. Haydar Baba şeyhinin vefatından sonra Sağuna camisinde Tarhanalı Sofu Cuma ve şeyhinin oğlu Ömer Efendi ile itikâfa otururlar. Yaptığı bu itikâflara rağmen kalbindeki vesvese devam eder. Yaşı da genç olduğu için kendine bir mürşid aramaya devam eder. Bunun üzerine Tepecüklü Mehmet Baba’dan izin alarak bir itikâfa daha oturur. Bu itikâf için, “Mehmet Baba, itikâf boyunca bize manen çok sahip oldu. Bu itikâfla zikrin lezzeti kalbime yerleşti”, der. Bu arada şeyhinin vefatından önce oturmak istediği kırk günlük çileye genç yaşta olduğu için tecrübesinden emin olduğu Hacı Cuma Hoca’nın gözetiminde oturmak ister. Mirmehmet Köyü’ne giderek bu isteğini belirtir ve kendisine yardımcı olmasını ister Hacı Cuma Hoca istihare sonucunda evinin altındaki samanlıkta Haydar Baba’yı çileye oturtur. Bu arada Hacı Cuma Hoca’nın Nakşî tarikatı teklifini kabul eder. Yaşlı olan Hacı Cuma Hoca birkaç günde bir Haydar Baba’nın yanına gelerek durumunu sorar. Haydar Baba çileye Nakşî şeyhinin gözetiminde oturduğu halde, çile perdesini Kadiri pirlerin beklediğini görür. Çilenin otuzuncu gününde dönemin siyasi şartları münasebetiyle Hacı Cuma Hoca, Haydar Baba’nın çilesini bitirir ve geri kalan kısmı için, “Evine git, on gün daha oturduktan sonra çileden çık. Senin çilen tamamdır”, der. Fakat Haydar Baba, “çilem bozuldu”, diye kırk gün daha oturur. Böylece çilesini yetmiş günde tamamlar. Bu çile sonunda çok bitkin düşen Haydar Baba’nın kendisini toplaması uzun zaman alır. Hacı Cuma Hoca çileyi tamamlayan Haydar Baba’yı tebrik etmeye gider. Yanında Şeyh Ali Sebti’nin oğlu Şeyh Hasan Efendi’nin kendisine verdiği Nakşibendî tarikatının Halidiye kolundan hazırlamış olduğu icazetnameyi kendisine teslim etmek ister. Fakat Haydar Baba, “Çileye icazet için oturmadım. Arzum Allah’a kulluk görevini yerine getirmektir”, der. Bunun üzerine Hacı Cuma Hoca da, “Sana icazet vermeyi büyüklerimiz buyurdular”, cevabını vererek icazeti teslim.

Şeyh Haydar Baba gittiği köylerde İslam ahlâkını, Allah’a kulluğu ve imanın hakikatlerini anlatır, zikrullahın önemini vurgulardı. Farzların, vaciplerin ve sünnetlerin yanında bizatihi kendisinin de yaptığı gibi müritlerine de tarikat adabına uygun olarak nafile ibadetleri teşvik ederdi. Haydar Baba, Kadiri ve Nakşibendî tarikatı kaidelerine göre ders verirdi. Bu arada Haydar Baba’nın irşad çalışmaları devam eder. 1976 yılında geçirmiş olduğu şeker hastalığından dolayı ayak parmağında rahatsızlık meydana gelir ve tedavi için İstanbul’a gider. 1977 yılında Palu’da meydana gelen deprem sonucu evi hasar görür. 1978 yılında oğulları Cemil ve Abdulkadir Efendilerle yaptığı istişare sonunda Elazığ’a göç etmeye karar verir. Elazığ’a göçten sonra ayağındaki yara tekrar ortaya çıkar ve rahatsızlanır. Cemil Efendi Haydar Baba (r.a.)’nın son anlarını şöyle anlatır. “Hastalığı çok şiddetlenmişti. Dudaklarına pamukla su vurarak ıslatıyordum. Sonra yüksek sesle zikir etmeye başladım. Babam gözlerini açtı, oğlum dedi; “Sen Lailahe İllallah demeyi bana mı öğretiyorsun. Beni meşgul etme. Ağzıma su vererek, yüksek sesle zikir yaparak dikkatimi dağıtıyorsun. Rabbimle arama girme. Beni onunla baş başa bırak. Ben huzurdayım” Sonra gözlerini yumdu. Bir süre sonra tekrar gözlerini açarak bana, “anladın mı?” diye sordu. Bende evet anladım ama geç anladım, dedim. Yeniden gözlerini yumdu. Göğsü kalkıp iniyordu. Kardeşim Abdulkadir Efendi, cemaatin beni sabah namazını beraber kılmak için çağırdığını söyledi. Ben, kendisine namazı kıldırmasını söyledim ve Yasin süresini okumaya başladım. İkinci sahifeyi okurken, babam aniden başını sağa doğru fırlatır gibi kıbleye doğru çevirdi ve baki aleme göç etti.”

Şeyh Haydar Baba’nın (1906-1979) türbesi Elazığ merkez Asri Mezarlığı’nda yer almaktadır. Türbe beton ve tuğla işçiliği ile inşa edilmiştir. Dikdörtgen planlı olan bu türbenin makam (türbegah) kısmı kubbelidir. Türbenin makam bölümü haricinde biri mescit ve diğeri misafirhane olmak üzere iki bölümü daha bulunmaktadır. Türbenin bulunduğu bahçenin etrafı duvarla çevrilidir.

Haydar Baba’nın türbesi günümüzde yörede her türlü sıkıntı ve rahatsızlıktan muzdarip olan insanlar tarafından yoğun olarak ziyaret edilir. Ziyaret için belirli bir gün mevcut olmayıp haftanın bütün günleri de ziyaret edilmektedir. Daha çok ruhsal sıkıntısı olan kişiler tarafından bu ziyarete rağbet edilmektedir. Ziyarete getirilen hastalar bir süre burada bekletilir veya yatırılır. Ziyaret sonrasında ziyaretçilerin bir kısmı nafile namazı kılmaktadırlar. Bununla beraber Haydar Baba türbesi ziyaret amaçlı olarak da ziyaret edilip dualar edilmektedir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Demirci Mustafa Baba

$
0
0

Demirci Mustafa Efendi’nin (1913-1986) türbesi, Elazığ merkez Asri mezarlığında yer almaktadır.

Dedeleri İran tarafından gelen ve Türkmenlerden olan Demirci Mustafa Baba, Elazığ’ın Aksaray Mahallesinde dünyaya gelir. Yörede “İçağasıgiller” lakabıyla bilinirler. Çocuk yaşlarda kendisine demirciliği meslek olarak seçer ve on yedi yaşında mesleğinde usta olur. Bu yıllarda kendi eliyle yaptığı dehreyi Ömer Hüdayi Baba’nın halifelerinden olan Tepecüklü Mehmet Baba’ya götürür Mehmet Baba, Demirci Mustafa Efendi’ye yakın ilgi gösterir. O da bu ilk gidişiyle beraber Mehmet Baba’ya intisap ederek ondan dersler alır. Böylece Kadiriliği seçen Demirci Mustafa Baba, şeyhi öldükten sonra ise, Perçençli Mehmet Baba’nın ve Palulu Mehmet Baba’nın yanına zaman zaman gidip gelir.

Demirci Mustafa Baba’yı Palulu Mehmet Baba seyr-i sülûka sokar. Otuz yaşında hac ziyaretini yerine getirir. Daha sonra 1950 yılında Bağdat’a giderek Abdulkadir Geylani Hazretlerinin türbesini ziyaret eder. Demirci Mustafa Baba 1960 yılında Bağdat’a ikinci ziyaretini yapar ve burada yirmi gün kalır. Bu ziyareti sırasında Abdulkadir Geylani Hazretlerinin torunlarından Hüseyin Fevzi Paşa kendilerine yakın ilgi gösterir 1964 yılında ikinci defa hacca giderek kutsal yerleri ziyaret eder. Demirci Mustafa Baba mutasavvıflardan Tayyar Baba, Muharrem Hilmi Efendi, Perçençli Mehmet Baba, Palulu Muhammed Baba ve Hacı Tevfik Efendi ile yakın ilişkiler içinde bulunur ve bu zâtlardan manen istifade eder.

Anlatılır ki, Demirci Mustafa Baba yanına gelen herkese misafir gözüyle bakar ve herkesin derdiyle ilgilenirdi. O her zaman için kibir ve gururdan uzak durup insanlara yeri geldiğinde “Ben demirciyim” derdi. Onun dergâhına üzüntülü giren sevinçli çıkardı. Göstermiş olduğu kerametlerden biri şöyle nakledilir. Bir gün müritlerinin getirdiği kiraz kurtlu çıkınca cebinden para vererek aynı tezgâhtan tekrar kiraz getirtir. Gelen kirazlardan hiç birisi kurtlu çıkmaz. Bunun üzerine müritlerine, “Helal kazanırsanız paranız telef olmaz”, demiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki Demirci Mustafa Baba, tarikat terbiyesini kendisinden icâzet almamakla birlikte esasta Hacı Hüseyinler köyünden Kadiri ve Rufai şeyhi Rıfat Baba’dan almıştır.

Demirci Mustafa Efendi’nin (1913-1986) türbesi, Elazığ merkez Asri mezarlığında yer almaktadır. Etrafı duvarla çevrili bir bahçe içerisinde yer alan türbe sadece makam bölümünden oluşup altıgen planlıdır. Üstü kubbeli olup kubbenin üzerinde ise âlem olarak hilal bulunmaktadır. Türbenin bulunduğu bahçe içerisinde gelen misafirlerin kalmaları ve bazı ihtiyaçlarını karşılamaları için türbeden ayrı olarak ufak bir müştemilat bulunmaktadır.

Günümüzde türbesi yöre halkı tarafından ziyaret edilir. Türbe genel olarak ziyaret amaçlı olarak ziyaret edilmekte ve burada Kur’an-ı Kerim okunarak bağışlanıp dua edilir. Felçli hastalar, korkmuş olan kişiler, psikolojik problemi olanlar bu rahatsızlıklarından kurtulmak amacıyla türbeye getirilir. Özellikle hayatın yoğunluğu içerisinde yaşanılan işsizlik, borçlarını ödeyememe, ailevi geçimsizlik vb. sıkıntı ve içine düşülen ruhsal bunalımdan kurtulmak için bu ziyarete gelinmekte ve Allah’a şifa için dua edilerek yardım temenni edilmektedir. Amaç ve maksatlarına ulaşan ve adağı bulunan ziyaretçiler burada kurbanlarını kesmekte ve tasadduk etmektedirler.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Akçakirazlı Şeyh Hacı Ali Efendi

$
0
0

Şeyh Hacı Ali Efendi (1668-1758), şehir merkezine 9,5 km. mesafede bulunan Elazığ’ın merkez beldelerinden Akçakiraz (Perçenç) Mezarlığında medfundur.

Akçakirazlı olan Şeyh Ali Efendi’nin Harput Medreselerinde tahsil gördükten sonra İstanbul’a giderek, Beyazıt Medreselerinde tahsiline devam ettiği ve icazet aldığı rivayet edilmektedir. Aynı soydan gelen Muammer Tuksavul “Doğudan Batıya ve sonrası” isimli eserinde, soylarının Karakoyunlu’lara dayandığını, 17. yüzyılda İsmail Beğ adında bir Türkmen’in, atlılarıyla 4.Murat’ın ordusunda Bağdat seferine katıldıklarını, savaştan sonra gelerek Akçakiraz’a yerleştiklerini söyler. Şeyh Ali Efendi’nin işte bu İsmail Beğ’in torunlarından birisi olma ihtimali kuvvetlidir. Muammer Tuksavul, bu tezini doğrulamak için babasının hayatta olduğu sırada Toroslardan bazı Türkmenlerin (Yörüklerin) babalarını ziyarete geldiklerini, bunların kendi akrabaları olduğunu iddia eder. İsmail Beğ’in soyundan din adamları, asker, subay ve öğretmenler yetişmiştir. İshak Sunguroğlu ise “Harput Yollarında” isimli eserinde Şeyh Hacı Ali Efendi’nin “Şazeli” tarikatına mensup bir şahsiyet olduğunu belirtirken, onun bu tarikata İstanbul’da iken intisap ederek icazet aldığını söyler. Hacı Ali Efendi, daha sonra memleketine dönerek, halkı irşat etmeye başlar. Bu arada kendi çocukları üzerinde de durarak onların tahsili ile yakından ilgilenir. Torunu İshak Efendi Fatih Medreselerinde eğitim görmüştür.    

Anlatılır ki, Harput’un civarında bulunan aşiretlerin isyanı üzerine, bunların ıslahatına memuren Harput’a gelen Hasan Paşa namındaki zat çok gaddar bir adamdır. Haklı haksız birçok kimsenin kellesini uçurttuğu gibi halka da zulüm ve işkence etmek suretiyle ortalığı titretir. Paşa, bir gün maiyetiyle birlikte Perçenç’in önünden geçerken bu köyün bir kasaba kadar büyük ve şen olduğunu uzaktan görünce atının dizginini Perçenç’e çevirir. Köyü gezerken, Şeyh Ali Efendi de evinin damında loğ çekmektedir. Paşa, böyle koca sarıklı, saçlı sakallı bir zatı damın başında görünce, ağalarına hocayı aşağı almalarını emreder. Ağaların yukarı çıkıp Paşa’nın kendisini çağırdığını söylemeleri üzerine, Şeyh Ali Efendi, “Lütfen kendisi benim yanıma çıksın” diye karşılık verir. Bu cevap Paşaya götürülünce, Paşa hiddetle atından inerek Şeyh Ali Efendinin evine girer. Onun merdivenlerden çıktığını hisseden Ali Efendi damdan inerek Paşayı misafir odasına alır. Paşanın, “Ne cesaretle beni ayağına çağırdın?”, diye sert sualine, Ali Efendi yumuşak tavrıyla, “Efendim, bizim damda çok ot bitiyor, bunları temizlemekten, loğ çekmekten aciz kaldım, onun için sizi çağırdım, siz dama çıkıp damda biraz gezecek olursanız, bu otlar artık bitmez. Ben de bu dertten kurtulurum. Çünkü malum-ı alileri zalim ve gaddar olan ricalin ayak bastıkları yerde ot bitmez. Efendimizi bu maslahat için yukarı dama davet ettim,” demesi üzerine Paşa, hocanın cesaretle bu şekilde konuşmasına son derece kızarsa da bunun, kendisine manevi bir sille olduğunu takdiren hocayı beraberine alarak şehre getirir ve misafir eder. Ali Efendi, Paşanın yemeğini yemez ve keramet göstererek köyüne döner. Bunun üzerine Paşa da Elaziz’de tutunamaz.

Şeyh Hacı Ali Efendi , şehir merkezine 9,5 km. mesafede bulunan Elazığ’ın merkez beldelerinden Akçakiraz (Perçenç) Mezarlığında medfundur. Ağaçlıklar ve yeşillikler içerisinde bulunan türbesi dört ana sütun üzerine baldaken tarzında inşa edilmiştir. Elazığ eski valilerinden Ahmet İzzet Paşa tarafından yaptırılır. Dört sütunun da taban aralığı 75 cm yüksekliğinde bir duvarla çevrilmiştir. Bu duvarın üzeri de bir metre yüksekliğinde demir kafesle örülmüştür. Bu türbe eskiden yapılmış olup, sonra da orijinaline uygun şekilde restore edilmiştir.

Türbesinin yapılışı ile ilgili şunlar anlatılır. Elazığ eski valilerinden Ahmet İzzet Paşa’nın başından bir felç olayı geçer. Doktorlar çare bulamazlar. Şeyh Ali Efendi’nin kabrine gitmesini, dua etmesini ve Allah’tan şifa dilemesini tavsiye ederler. Bunun üzerine Şeyh Ali Efendi’nin kabrine gider Kur’an okuyup bağışlar ve iyileşmesi için dua eder. Kabrin başında kendisine uyku galebe çalar ve uyur. Şeyh Ali Efendi rüyada kendisine, “Kalk yürü evladım”, der. İzzet Paşa, “felçliyim yürüyemem”, diye cevap verir. Şeyh Ali Efendi iki kez daha kendisine, “kalk yürü”, der. Üçüncü söyleyişte hem uykudan uyanır, hem de yürür. Böylece felç rahatsızlığından kurtulmuş olur. Bilahare mezarın üstüne müştemilatı ile beraber bir türbe yaptırmayı düşünür. Şeyh Ali Efendi rüyasında kendisine, “Türbe istemem ancak dört sütun üzerine küçük bir kubbe koyman kifayet eder.”, der. Bunun üzerine Ahmet İzzet Paşa bugünkü mevcut dört sütun üzerine kubbeli etrafı açık türbeyi yaptırmış olur.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Hıdır Baba Türbesi

$
0
0

Hıdır Baba ziyareti, şehir merkezine 32 km. mesafede bulunan ve ismini verdiği Hıdırbaba köyünden yaklaşık 2 km. mesafede bir tepe üzerinde medfundur.

Hıdır Baba ziyareti, şehir merkezine 32 km. mesafede bulunan ve ismini verdiği Hıdırbaba köyünden yaklaşık 2 km. mesafede bir tepe üzerinde medfundur. Türbesi 1990 yıllarında köylülerin yardımıyla yapılmıştır. Bir anıt mezarı andıran türbenin etrafı beton duvarla çevrilidir. Sanduka biçiminde olan mezar iki basamaklı olup kaide üzerine oturtulmuştur. Üzeri açık olan Hıdır Baba türbesi alışıla gelen Türk türbe geleneği dışında yapılmış olmasına rağmen plan olarak ise Türk-İslam anıt mezarı geleneğine uygundur.

Yöre halkında bir kısmı bu zatın İslam ordularının Anadolu’ya yaptıkları akınlar sırasında burada şehit olduğunu söylerler. Büyük bir ihtimalle, Battal Gazi veya Abdulvehhap Gazi’nin kumandanlık yaptığı İslam ordularında bir askerdir. Rivayete göre, Battalgazi’nin babası Hüseyin Gazi komutasında ve askerleri arasında savaşırlar ve “Mahan” adında bir komutanı ve askerlerini yenerler. Malatya’ya geri dönüş sırasında Hıdır Baba’nın yaralı olması ya da başka bir sebeple vefat etmesi sonucu bugünkü yerine defnedilir. O günden bugüne kadar burada bazı zamanlarda Hıdır Baba’nın insanlara ruhaniyeti itibariyle görünmesi gibi olağanüstü olaylar üzerine burası ziyaretgâh olarak kabul edilir. Öte yandan Hıdır Baba’nın Ahi Teşkilatına mensup olduğu da ileri sürülmektedir.

Bir başka rivayete göre Hıdır Baba, Sultan IV. Murat Han’ın askeriymiş. Pötürge’de türeyen bir eşkıyanın halka zulmetmesi üzerine durum Sultan IV. Murat Han’a iletilir. IV. Murat, içinde Hıdır Baba’nın da bulunduğu bir manga askeri gönderip eşkıyayı ikaz ettirir. Bu eşkıya bir süreliğine yöre halkına karışmaz. Bir süre sonra tekrar zulmetmeye başlayınca IV. Murat aynı bölük askeri tekrar gönderir. Bunlar eşkıyayla çatışır. Bu sırada yaralanan Hıdır Baba, Hıdır Baba köyüne yönelerek Pertek tarafında bulunan ve halk arasında Sultan Hıdır (Üryan Hıdır) olarak bilinen kız kardeşinin yanına gitmek ister. Fakat Hıdır Baba türbesinin bulunduğu bu yerde atından düşerek şehit olur ve buraya defnedilir.

Rivayete göre, türbenin bulunduğu yerin alt tarafı köy sakinlerinden Mehmet Özdemir adlı kişinin mülkiyetinde bulunmaktadır. Mehmet Özdemir kendisine ait olan bu türbenin yaklaşık 200–300 metre aşağısında kendisine ait bir ev ve tesis yaptırmaktadır. Bir gece inşaat halinde olan bu yerde bulunan köpek sürekli havlar. Dışarıdan ise Zülküf Usta diye bir ses gelir. Bunun üzerine inşaat ustalarından Zülküf Bey kapıyı açtığında uzun boylu, ak sakallı, cübbeli ve asalı birini görür. Bu zat Zülküf Usta’ya “Oğlum Mehmet’e söyle evini buraya yapıyor, benim de türbemi yaptırsın. Yalnız türbenin üzerini kapamasın ki Allah’ın rahmetinden mahrum olmayayım.”, der. Bu olay Zülküf Usta tarafından Mehmet Bey’e aktarılır. Mehmet Özdemir de durumu köyün ileri gelenlerine anlatır. Onlar da kendisine “Bu köyde senden zengini ve inançlısı olsa da Hıdır Baba bunu senden istemiştir. Dolayısıyla bunu senin yapman gerekir”, derler. Bunun üzerine Mehmet Özdemir kendi inşaatını bırakıp, projesini de bizzat kendisinin çizdiği bu türbeyi masraflarını karşılayarak yaptırır.

Ziyaret, Hıdır Baba köyünde yüksekçe bir tepede yer aldığından daha çok sıcak mevsimlerde haftanın her günü ziyaret edilmektedir. Buraya, daha çok vücudunun çeşitli yerlerinde ağrısı bulunan hastalar, çocuğu olmayan kadınlar ve felçli hastalar tarafından rağbet edilir. Gelen kişiler şifa bulmak amacıyla Kur’an okuyup bağışlamakta, dua etmekte ve kurban adağında bulunmaktadırlar. Hastalıklarının iyileşmesi durumunda ise buraya gelip kurbanlarını kesip tasadduk etmektedirler. Ayrıca çocuğu olmayıp da ziyarete gelip çocuğu olan kadınlar eğer çocukları erkek olursa ismini Hıdır koymaktadır.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Evliya Dede Türbesi

$
0
0

Elazığ – Merkeze bağlı eski adı Hozetek olan İkitepe köyünde Ziyaret Tepesi adı verilen yüksek bir mevkide yer alır

Evliya Dede türbesi, eski adı Hozetek olan İkitepe köyünde Ziyaret Tepesi adı verilen yüksek bir mevkide yer alır. Yapı, üstü çatılı ve sadece türbegah bölümünden oluşmakta olup herhangi bir mimari özelliği bulunmamaktadır. Fatih Ahmet Baba’nın kumandanlarından biri olduğu rivayet edilen Evliya Dede’nin iki kardeş olduğu ve kardeşlerden birinin de Şahsuvar köyü civarında medfun bulunduğu söylenir.

Anlatıldığına göre, Ruslar Bingöl’ü işgal ettiğinde Evliya Dede buradan top atışı yapmış ve düşman ordusunu geri püskürtmüştür. Yine bu zatın Harput’ta medfun bulunan Fatih Ahmet Baba’yla manen görüştükleri köy halkı tarafından inanılıp ifade edilmektedir. Hattâ köy halkı tarafından bazen bu türbeden bir top ışığın Fatih Ahmet Baba türbesine gidip geldiği şeklinde menkıbeler de anlatılır. İklim şartlarının sert ve türbenin bulunduğu tepenin de çok yüksek olması yüzünden, ziyaret için özellikle yaz mevsimi tercih edilir. Ziyarete çeşitli rahatsızlıklar için gelinir. Burayı özellikle çocuğu olmayanlar ziyaret eder. Bu ziyaretçiler maksatlarına ulaşmak için yaptıkları oyuncak beşikleri türbenin penceresine bırakırlar.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Miyadunlu Mehmet Efendi

$
0
0

Miyadınlı Mehmet Efendi’nin (1838-1913/8) türbesi, Elazığ – Merkez’e bağlı eski adı Miyadın olan Yemişlik köyünün üst tarafında köye hakim bir tepe üzerinde yer alır.

Nakşi Tarikatın’dan Seyyid Mahmud Samini Hazretleri’nin halifesidir.

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Ali Septi (ks.)
32. Hz. Seyyid Mahmud Samini (ks.)
33. Hz. Miyadınlı Mehmet Efendi

Miyadınlı Mehmet Efendi Yemişlik (Miyadın) köyünde dünyaya gelir. Baba adı Osman Efendi olup annesi ise Emine Hanımdır. Miyadınlı Mehmet Efendi’nin merkez Aksaray Mahallesinden Naile Hanımla yaptığı evlilikten Mahmut ve Osman isminde iki oğlu olmuştur. Bu arada Mehmet Efendi “Miyadınlı” mahlasıyla tanınır.

Miyadınlı Mehmet Efendi gördüğü ilim ve terbiye sonucunda 1865 yılında daha 27 yaşında iken Mahmut Samini Hazretlerinden (1812-1892) icâzet alarak halkı irşâdla yetkili kılınır. Bir başka rivayete göre ise, tarikat icâzetini Palulu Şeyh Ali Sebti’den (1786-1871) almıştır. Yöre halkı tarafından onunla ilgili birçok keramet anlatılır. Türbedeki kitabede onun şöyle bir kerameti yazılıdır. “Rivayete göre; Miyadınlı Mehmet Efendi bir gün Cevizdere Köyü’ne gider. Köyün muhtarı o sırada bahçesinde çalışmaktadır. Kendisine Miyadınlı Mehmet Efendi’nin geldiğini haber verirler. Köyün muhtarı içinden “Yahu şimdi işin yoksa misafirlere yemek hazırla” diye geçirir. Gönülsüz bir vaziyette bahçeden çıkarken cebine biraz koyduğu erik çağalalarından misafirlere ikram etmeyi düşünür. Muhtar köye geldiğinde Miyadınlı Mehmet Efendi kendisine: “Telaş etme muhtar, yemekten daha güzel şeyler var. Bize ekşi erik çağalası dahi versen yeter”, deyince muhtar düşündüğü şeylerden oldukça mahcup olur.”

Miyadınlı Mehmet Efendi’nin (1838-1913/8) türbesi, eski adı Miyadın olan Yemişlik köyünün üst tarafında köye hakim bir tepe üzerinde yer alır. Dikdörtgen planlı olan türbenin üst kısmı çatı ile kaplanmıştır. Fakat makam (türbegah) kısmı kubbeli durumdadır. Türbe giriş kısmı (salon), makam (türbegah) bölümü ve bir de hem mescit hem de oturma odası olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmı ve oturma veya mescit konumundaki bölüm buraya sonradan eklenmiştir. Herhangi bir mimari özelliği bulunmayan türbenin elektriği bulunmakla beraber yakın tarihte ihtiyaca binaen önüne bir de çeşme yapılmıştır. Çevresinde ayrıca dut, akasya vb. türden ağaçlar bulunmaktadır. Türbe alanında kurban kesim yerleri de mevcuttur. Dikdörtgen planlı olan türbesinin sandukası ağaçtır ve bu ağaç sandukanın dört yüzüne Türk bayrağı âlem olarak işlenmiştir.

Günümüzde türbesi yöre halkı tarafından yoğun olarak haftanın bütün günleri ziyaret edilir. Buraya her türlü amaç, maksat ve rahatsızlıktan dolayı gelinmektedir. Daha çok çocuğu olmayan kadınlar, ruhsal dengesi bozuk olanlar, vücudunun herhangi bir yerinde ağrısı bulunanlar getirilir. Rahatsızlığı bulunan bu hastalardan bir kısmı şifa bulmak amacıyla yatıya kalır. Amaç ve maksatlarına ulaşan kişilerden bazısı veya adağı bulunanlar burada kurban kesmekte ve tasadduk etmektedirler. Ziyaretçilerin kurbanlarını rahat kesmeleri için kurban kesme yerleri ve kurban etlerini pişirmeleri için ocaklar bulunur. Ayrıca ziyarete işsizlik, ailevi huzursuzluk gibi her türlü sıkıntısı olanlar da gelmektedir. Gelen ziyaretçiler burada Kur’an okuyup bağışlamakta ve rahatsızlıklarından kurtulmak için dua etmektedir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Seyyid Kasım Türbesi

$
0
0

Elazığ merkez, Hüseynik (Ulukent) Mahallesi, Seyyit Kasım sokakta, eski mezarlığın alt tarafında bulunmaktadır.

Yöre halkınca Seyyid Kasım, Hz. Peygamber’in soyundan gelip düşmanla harp sırasında şehit düşmüştür. Halk arasında Seyyid Kasım’ın üç tane daha kardeşi olduğuna inanılır. Bunlar Seydiyye Hanım, Hasan Baba ve Osman Baba’dır. Bunlardan Hasan Baba ve Osman Baba Harput’ta vefat etmiştir. Seydiyye Hanım’ın ise düşmandan kaçarken türbenin güney tarafında bulunan çeşmenin yanında bir duman içerisinde sır olup kaybolduğuna inanılır. Halk arasında burası “Çamaşırhane” olarak da isimlendirilmektedir. Bir rivayete göre, Gugulu Baba lakabı Seyyid Kasım’ın kendisi için değil sır olup kaybolan kız kardeşi için kullanılır.

1523 tahrirlerinde ilk defa Seyyid Kasım zaviye ve vakfiyesinden bahsedilir Halk arasındaki rivayetlere göre bu zat, Feth Ahmet Baba ile beraber fetih için bölgeye dört kardeşi ile birlikte gelmiş, burada şehit düşmüştür. Beraberindeki kız kardeşine düşman kötülük yapmak istemiş, bunun üzerine onların elinden kurtulmak için türbenin yakınındaki pınarın olduğu kayanın yanında sır olmuştur. Burada mezar yoktur, sadece büyük kayanın yanında bir mumluk ve pınar bulunmaktadır. Son yıllarda pınar borularla eski yapının dışına alınmıştır. Adak olarak mevlit, Yasin okutma, kurban ve yiyecek şeklinde gerçekleştirilir. Yöre halkı arasında buradaki pınarın suyunun 1/8 zemzem suyu ile karışık olduğuna dair bir inanç var. İdrar yolları iltihaplanmasına iyi geldiğine, böbrek taşlarını düşürdüğüne inanılır. Ayrıca bu şifalı suyun iç hastalıkları giderdiğine ve ölüm döşeğinde olan hastaların ise ruhlarını rahat teslim etmesine faydalı olduğuna da inanılır.

Seyyid Kasım türbesi, Elazığ merkez, Hüseynik (Ulukent) Mahallesi, Seyyit Kasım sokakta, eski mezarlığın alt tarafında bulunmaktadır. Eğimli olan arazinin düzeltilmesi ile inşa edilmiş olan türbe ilk olarak 1808/1809 yılında yapılmıştır. Düz toprak damlı olarak inşa edilmiş olan yapı son şeklini 1970’li yılların sonlarında almıştır. Yan yana (birbirine bağlı) iki küçük dikdörtgen planlı mekândan oluşmaktadır. Basit bir plan ve mimariye sahip olan yapı “Nadir Baba” türbesinin planını andırır. Doğu-batı doğrultusunda uzanan yapının her iki bölümün güney cephesinde birer pencere açıklığı yer almaktadır. Doğu ve batı duvarları sağır tutulmuştur. Kuzey cephenin batı ucunda basık kemerli girişi bulunmaktadır. Bu kapıdan girilen mekânın güney cephesinde penceresi, doğu duvarının kuzey köşesinde basık kemerli bir kapı açıklığı ile türbe bölümüne geçilmektedir. Kuzeydoğu köşede sandukanın bulunduğu görülmektedir. Zaviye olarak da bahsedilen yapının türbeye giriş kapısının üzerinde 9 satır olduğu seçilebilen kitabesi tam olarak okunamamaktadır.

Seyyid Kasım türbesine kulak rahatsızlığı, baş ağrısı, ruhsal bozukluklar başta olmak üzere birçok hastalığa şifa için ziyarete gelinmektedir. İnanışa göre şifa bulmak için üç çarşamba üst üste gelinmesi gerekir. Kulak rahatsızlığı nedeniyle türbeyi ziyarete gelenlerin her iki kulağına da “Gugguli gu”, “Yarabbi şifa senden sebep benden” şeklinde üç defa okunur. Daha sonra, tespih, seccade ve hasta olan çocuğun elbisesinden bir parça bırakılır. Ayrıca çocuğu olmayan kadınlar da çocuk sahibi olmak için bu türbeyi ziyaret edip dua etmektedirler. Yine hasta olup da burayı ziyaret ettikten sonra şifa bulanların bazıları şükür amacıyla kurban kesmekte ve tasadduk etmektedir. Türbe içerisinde yer alan mescit kısmında bazı cuma akşamları bayanlar toplanır ve mevlit okuturlar. Şehrin muhtelif mahallelerinden ve civar illerden Seyyid Kasım türbesindeki mescitte mevlit, 41 yasin okutmaya ve dini sohbetlere gelirler. Ayrıca vefat eden kadınlar burada yıkanıp kefenlenir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Şeyh Hasan Baba Türbesi

$
0
0

 

Elazığ – Baskil’in 3 km kuzaeyindeki Doğancık köyündedir

Anlatıldığına göre, Hacı Hasan Baba, Peygamberimizin amcası Hz. Abbas’ın soyundandır. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinde mücadele etmiş ve bu topraklarda şehit olmuştur. Yörede Türk iskânı açısından önemli katkısı olan Şeyh Hasan Zaviyesi’nin Osmanlı döneminde XVIII. yüzyıla kadar faaliyetini sürdürdüğü belirtilmektedir. 1881 yılı salnamesinde “Şeyh müşarün-ileyh merkeze sekiz saat mesafede vaki Melul Uşağı nam karyede metfun bir ziyaretgâh-ı mahsustur” şeklinde bilgi verilir.

Araştırmacı yazar Halis Osmanlı, yaptığı inceleme sonucunda Hasan Baba ile ilgili olarak şu kayda rastlar “İmam Hasan hatırı için Şeyh Yusuf’un oğlu Şeyh Musa’ya ister padişah ve ister beylerbeyi olsun hürmet etmezse cedlerine lanet olsun. Şeyh Musa’nın ataları keramet sahibi idi. Cetleri taşa binmişler, karayılanı kamçı etmişler, sabah namazını Diyarbakır’da, öğlen namazını Mekke’de ve ikindi namazını yine Diyarbakır’da kılmışlardır. Demişlerdi; padişah veya beylerbeyi olsun bunlara (Hacı Hasan Baba nesline) izzet ve hürmet layıktır. Kim izzet ve hürmet etmez ise onlara izzet ve hürmet göstermeyin. (Hacı Hasan Baba Nesli) bunlar Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ye izzet ve hürmet etmişlerdir. Hacı Hasan Baba yine sabah namazını Diyarbakır’da öğlen namazını Mekke’de yine cetleri gibi Allah’ın yardımıyla taşa binmişler karayılanı kamçı etmişlerdir.”

.Halk arasındaki rivayetlere göre beş kardeş oldukları ve beş kardeşin de Baskil çevresinde şehit düştükleridir. Bunlardan biri yine köy sınırları içinde aşağı Çorgöris’te yer alan ve yine kendi adı ile anılan Melik Baba tepesinde olup mezar yeri net bir şekilde belli değildir. Tahmini bir yer taşlarla çevrilmiştir. Buraya da yılın çeşitli dönemlerinde ziyaretler yapılmaktadır.

Osmanlıların ilk döneminde bu zat hakkında verilen bir ferman ve beratla burası vakfa bağlanmıştır. Şeyh Hasan Baba verilen bu berata göre Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in amcası Hz. Abbas’ın soyundandır. Berattaki soy kütüğüne bakılırsa babası Hacı Seyyid Mustafa’dır. Oğlu olarak Davud ismi geçmektedir. Başkaca oğlu ya da kızının olup olmadığı belirtilmemiştir. Yine bu soy kütüğünde Şeyh Hasan’ın oğlu Davut, Davut’un oğlu Mehmet, Mehmet’in oğlu da Arap Baba olarak isimlendirilmiştir. Harput’da ki Arap Baba’nın Şeyh Hasan soyundan gelmesi dolayısıyla de bunun Peygamber Efendimizin Amcası Abbas’a kadar ulaşması oldukça ilginçtir. Bir diğer ilginç nokta da, Arap Baha’nın oğlu Bedri, Bedri’nin oğlu Hasan, Hasan’ın oğlu İshak, İshak’ın oğlu da Balak Gazi olarak belirtilmesidir. Halbuki, tarihi kaynaklarda Balak Gazi’nin Artuk Bey’in torunu olduğu, babasının da Behram Bey olarak geçtiği bilinmektedir.

Hacı Hasan Baba, öyle anlaşılıyor ki, Türklerin Anadolu’ya gelişlerinden çok önce burada medfundu. İslâm ordularının yöredeki fetihleri sırasında Şeyh Hasan Baba’nın da burada şehit düştüğü ya da vefat ettiği sanılmaktadır. Bu berat ve fermanı Türkçeleştirip mescit bölümüne asan Halis Osmanlı’nın da belirttiğine göre, Şeyh Hasan rütbeli bir asker olup, kahraman bir İslam savaşçısıdır. Arap ordularının Anadolu’yu fetihlerinde görev aldığı düşünülmektedir.

Hacı Hasan Baba türbesi, ilçenin 3 km. kuzeyindeki Doğancık köyünde, Yatılı Bölge İlköğretim Okulunun güney batısındadır. Cami, türbe ve misafirhane gibi bölümler aynı çatı altında toplanmıştır. Yapı kırma çatılı, sac kaplıdır. Yapıya doğu yönünden girilmekte ve girişten sonra boydan boya uzanan bir koridor bulunmaktadır. Girişin sağında ziyaretçilerin kalması için merdivenle çıkılan bölümler, cami girişi, devamında ortasında kapı açıklığı olan ve iki metreyi bulan yarım duvar ile ayrılmış boş mekâna geçilir. Bu mekânın batı duvarında iki üst pencere vardır. Batı uçtaki bölümün ortasında bulunan kapı açıklığı ile güneydeki türbe bölümüne geçilir. Türbe olarak düzenlenen bu mekânda şahidesi bulunmayan sembolik bir sanduka yer alır. Türbe kısmı, doğu batı doğrultusunda dikdörtgen şeklinde uzanan yapının kuzey batı köşesinde, kare bir mekan olarak yer almaktadır. Yapıda süs unsuru ve kitabe bulunmamaktadır. 1960’lı yılların sonlarında yapı bugünkü şeklini almıştır.

Hacı Hasan Baba türbesi akıl ve ruh hastaları, felçli hastalar, çocuğu olmayan kadınlar, erkek çocuğu isteyen kişiler, sara hastaları çoğunlukta olmakla beraber her türlü hastalığa şifa amacıyla ziyaret edilmektedir. Ziyarete getirilen hastaların bir kısmı burada şifa bulmak amacıyla bir iki saatliğine yatırılır. Bir kısım hastalar ise burada sabahlamaktadırlar. Ayrıca kısmeti kapalı olan gençler kısmetlerinin açılması, işsiz olanların iş bulması ve ailevi sorunu olanların bu sorunlardan kurtulma niyetiyle burayı ziyaret etmektedirler. Ziyarete gelenler amaç ve maksatlarına ulaşınca buraya tekrar gelmekte kurban kesip tasadduk etmektedirler. Ayrıca çocukları askerden dönenler, üniversite sınavı gibi sınavları kazananlar ve geçirdiği kötü bir kazadan kurtulanlar da burada şükür amacıyla kurban kesmekte ve tasadduk etmektedirler. Bugün çok sayıda insan bu türbeyi ziyarete gelmektedir. Daha çok ruhsal rahatsızlıkları olanların ve felç geçirenlerin iyileşmesi için gelinir. Ziyaretçilerin büyük bir kısmı geceyi türbe içerisinde yatarak geçirirler. O gece gördükleri rüyalardan çıkarılan mesajla hastalarının iyileşip iyileşemeyeceğini anlarlar. Her yıl artarak devam eden bu ziyaretler esnasında kurbanlar kesilir, mescit bölümünde namaz kılınarak dualar edilir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Hasan Mekki Dede Türbesi

$
0
0

Elazığ – Baskil -Tabanbükü köyünde Hasan Mekki Mezarlığı adı verilen yerde bulunmaktadır

Hasan Mekki Dede’nin türbesi, Tabanbükü köyünde Hasan Mekki Mezarlığı adı verilen yerde bulunmaktadır. Üstü dam şeklinde düz olan türbe, kapısının sağ ve sol tarafında yer alan birer ufak pencereyle aydınlanmaktadır. Türbede Hasan Mekki ve Divane Abbas’a ait iki sanduka yer alır. Bu zat yöre halkı tarafından Hasan Emki, Hasan Emiki ve Hasan Mekki gibi isimlerle anılır. Yöre halkından bir kısmına göre bu zat buraya Mekke’den gelmiş olup Bektaşi tarikatına mensuptur. Yine bir rivayete göre ise Hasan Emiki Tabanbükü köyüne obasıyla, hatta Şeyh Ahmet Dede’den daha evvel gelip yerleşmiştir. Anlatıldığına göre, Hasan Emiki burada çobanlık yapmaktaymış. Çok faziletli, âlim ve ermiş bir kişiymiş. Türbesinin önünde bulunan kurt ve koyun şeklinde mezar taşlarının, Hasan Emiki Dede’nin kendisine eziyet eden kurt ve koyuna beddua etmesi sonucunda taşlaşan bu hayvanlara ait olduğu söylenir. Türbe içerisinde yer alan Divane Abbas’ın ise İmam Zeynel Abidin’in soyundan geldiği anlatılır. Yöre halkı tarafından onun aslen Arguvan’ın Mineyik (Kuyudere) köyünden, meczup bir kişi olduğu söylenir.

Burası haftanın her günü ziyaret edilmektedir. Ziyarete daha çok çocuğu olmayan kadınlar, akli dengesi bozulanlar, korkmuş olan çocuklar, sinir hastaları getirilmektedir. Bazı hastalar şifa bulmak amacıyla bir geceliğine burada yatırılır. Ziyaret ettikten sonra rahatsızlığından kurtulan hastalardan bazıları şükür amacıyla tekrar buraya gelmekte ve kurban kesip tasadduk etmektedir. Ayrıca burayı ziyaret ettikten sonra çocuğu olanlar, eğer çocukları erkek olursa adını Hasan koyarlar. Genç kızlar kaderlerinin açılması, erkekler iş sahibi olmak ve sevdiğine kavuşmak, ailevi huzursuzlukları olanlar ve geçim sıkıntısı bulunanlar vb. çeşitli sıkıntılarından kurtulmak amacıyla burayı ziyaret etmektedir. Gelen ziyaretçiler türbenin ihtiyaçlarının karşılanması için türbede yer alan kumbaraya para atmaktadırlar. Ayrıca türbe içindeki sandukanın üzerine daha sonra gelen ziyaretçilerin şifa amacıyla yemesi için elma, meyva, ekmek türünden lokma adı verilen şeker vb. bırakmaktadırlar. Ayrıca türbe içinde yer alan ve mumdanlık adı verilen yere gelen ziyaretçiler mum yakarlar.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Gözerekli Molla Muhammed Efendi

$
0
0

 

Elazığ – Karakoçan’a bağlı eski Sarıcan Mahallesinde mezarlıkların biraz ilerisinde, dağ yamacında türbesi bulunur

Kadiri Şeyhi Haydar Baba’nın halifesi

Gözerekli Molla Muhammed Efendi 1890 yılında Karakoçan’ın 1994’te belde olan ve ilçeye 18 km. mesafede bulunan Sarıcan köyünde dünyaya gelir. İlk tahsilini Palu’nun Mirahmed köyünde yapar. Daha sonra Kovman şeyhi Molla Mustafa’dan Molla Cami kitabına kadar ders okur. Nakşî tarikatıyla yine hocası Molla Mustafa vasıtasıyla tanışır. Daha fazla eğitim almak için Lice’ye gider ve Liceli Seyda Molla Muhammed’in Şerh-u Şemsi (Mantık) kitabına kadar okur. Hocası vefat edince talebelerini dağıtmayıp kendisi okutmaya başlar. Buradan da ayrılıp Silvan’a geçer ve Molla Küçük Hüseyin’den ilmini tamamlayarak icazetini alır. Sonra da kendi memleketine döner ve bu bölgede bir süre imamlık yapar.

Gözerekli Ali Ağa’nın kızı Ayşe Hanımla evlenerek bu bölgeye yerleşir. 1928 yılında Konya Aksaray’da zorunlu ikamete tabi tutulur. Aksaray’da birkaç yıl kaldıktan sonra dönüşüne izin verilir. Memleketine dönen Molla Muhammed, vefatına kadar hem hayvancıkla uğraşır hem de öğrenci yetiştirir. 1940 yıllarının başında Palu’da Haydar Baba (1906-1979) ile tanışması neticesinde Kadiri tarikatına intisap eder. Bazen Haydar Baba ile bazen de öğrencileriyle köy köy dolaşarak irşat eder. Ruhunda esen coşkuyu şiirleriyle yazıya döker. Şiirleri yanı sıra bir de Arapça kitabı vardır. Öğrencisi olan Molla Bahri Tunç onun için şunları söyler: “Hocamız çok tevazu sahibi ve ahlak-ı hamide sahibiydi. İlmi kariyeri çok yüksek, hitabeti ve ikna kabiliyeti çok fazlaydı. Onun bulunduğu mecliste ilim adamları konuşmaya cesaret edemezlerdi. Yanında doğru dürüst kitap bulundurmaz, fakat vermiş olduğu fetvaların ne kadar isabetli olduğunu şimdi o fetvalarla karşılaşınca daha iyi anlıyorum. Hocamız bizlere “Oğlum, ben çok zeki biri değildim. Fakat çok çalıştım ve başardım. Kışın samanlıkta üşümemek için boğazıma kadar samanlıklara gömülüyor ve ders çalışıyordum. Bu şekilde tam on sekiz kitabı baştan sona ezberledim”, demişti.”

Gözerekli Molla Muhammed Efendi 1955 yılında Sarıcan’la Yığ arasında tipiye tutulur ve boğularak vefat eder. Gözerekli Molla Muhammed’in Karakoçan’a bağlı eski Sarıcan Mahallesinde mezarlıkların biraz ilerisinde, dağ yamacında türbesi bulunur. Tek kubbeli ve herhangi bir mimari özelliği bulunmayan türbe, sadece kabrin bulunduğu makam bölümünden oluşmaktadır. Kabir taşında Arapça “Ahmed oğlu Molla Muhammed’in ruhuna fatiha 5.6.1954” yazılıdır.

Kabri haftanın her günü ziyaret edilmektedir. Bölgede iklim şartları sert olduğu için bu ziyaretler daha çok bahar ve yaz mevsiminde gerçekleşir. Ziyarete özellikle felçli hastalar, akli dengesi bozulanlar ve sinir hastaları getirilmektedir. Gelenler burada Kur’an okumakta, dua etmekte ve Allah’tan şifa dilemektedirler. Ayrıca ziyarete ailevi sıkıntısı bulunanlar, geçim sıkıntısı çekenler, günlük hayatın zor şartları altında bunalanlar da gelmekte, bu sıkıntılarından kurtulmak için Allah’a dua etmektedirler. Amaç ve maksatlarına ulaşan ziyaretçiler ise buraya tekrar gelmekte, kurban kesip tasadduk etmektedirler.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Şeyh Mustafa Sisi

$
0
0

Elazığ – Karakoçan ‘da ilçeye 18 km. mesafede bulunan Yücekonak (Kovman) köyündeki aile mezarlığındadır.

Seyda-i Sisi . Nakşibendi Şeyhi , Şeyh Abdulkadir Hezani’nin halifesi

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Seyyid Abdullah Şemdini (ks.)
32. Hz. Şeyh Seyyid Taha Hakkari (ks.)
33. Hz. Şeyh Sıbgatullah Arvasi (ks.)
34. Hz. Şeyh Abdurrahman Taği (ks.)
35. Hz. Şeyh Abdulkadir Hezani (ks.)
36. Hz. Şeyh Mustafa Sisi (ks.)

Şeyh Mustafa Sisi Hazretleri Nakşibendî büyüklerinden olup asıl adı Mustafa Feyzi’dir. “Seyda-yı Sisi” lakabıyla meşhurdur. Bu mahlasını dünyaya geldiği Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Sisi köyünden almıştır. Soyu Irak’ta Erbil kentinin Susa bölgesinden Sorogiller aşiretine dayanmaktadır. İlk ilim tahsilini Gavs-ı Hizani Seyyid Sıbgatullah Arvasi’nin halifelerinden olan Şeyh Halid-i Şirvan-i ve Şeyh Abdurrahman Taği’nin medreselerinde yapmıştır.

Bir gün hocası Şeyh Abdurrahman Taği talebeleri içinde gezerken o zaman henüz yaşı küçük olan Mustafa Sisi’ye mürşid olmanın şartlarını sorar. O da sessiz kalınca kendisi, “Mürşid olmanın şartı üçtür. Hüsn-ü Sûret (Güzel yüz ve güzel görünüm), İlm-i Kamil, Himmet-i Âli (Yüksek maneviyat sahibi)”, şeklinde cevap verir. Bu soru ve verilen cevap, Şeyh Mustafa Sisi’nin ileride kendine kamil bir mürşid bulmasına sebep olacaktır. Şeyh Mustafa Sisi daha sonra Lice’de bulunan ve zamanın İbn-i Hacer’i lakabıyla anılan ve aynı zamanda akrabası da olan Seyda Molla Muhammed Hadi’nin (Lice’de) yanına gider. İlminin geri kalan kısmını burada tamamlar ve ilmi icazetnâmesini alır. Şeyh Mustafa Sisi’nin mürşidi olan Abdulkadir-i Hezani hocası Arvasi vefat edince hocasının vasiyeti doğrultusunda Abdurrahman Tagi’ye intisap eder. Eksik kalan ameli irşadını burada tamamlayıp hilafet alır.

Nakşî geleneği kuralına göre hilafet alınca irşad etmesi için Lice’de görevlendirilir. Onun burada görevlendirilmesinde hocasının vefat etmeden önce Abdurrahman Tagi’ye yaptığı “Bana Diyarbakır’a bağlı Lice mıntıkasından bazı malumatlar topla. Belki bir gün halifelerimizden birini oraya göndeririz” şeklindeki konuşması etkili olmuştur. Yine bu görevlendirme sırasında yapılan münazarada Abdurrahman Tagi’nin Sisi köyü için söylediği “Bu köyden Nakşibendî kokusu geliyor” sözleri Şeyh Mustafa Sisi’de zuhur edecektir. İrşad için yola çıkan Abdulkadir Hezani, Hizan’a varmadan önce bir süre Sisi köyünde misafir olur. Onun burada misafir olması Şeyh Mustafa Sisi’nin kendisini tanımasına vesile olur. Şeyh Mustafa Sisi bu buluşmalarda yıllar önce hocasının kendisine sorduğu ve cevapladığı bir mürşidde bulunması gereken özellikleri onda görür. Bunun üzerine ona intisab eder. Daha sonra hocası Seyda Molla Muhammed Hadi de bu intisaba iştirak eder. Bir süre sonra ikisi de Abdulkadir Hezani’nin halifesi olurlar.

Şeyh Mustafa Sisi hilafet aldıktan sonra hocası tarafından Şam’a irşadla görevlendirilir. Şeyh Mustafa Sisi neseb bakımından Şam’da medfun bulunan asrın müceddidi Mevlana Halid el Bağdadi’ye dayandığını söylemekteydi. Onun bu irşadı sırasında bu konuyla ilgili yaşanan ve günümüze kadar tevatür yoluyla ulaşan bazı rivayetler de vardır. Rivayete göre, Şeyh Mustafa Sisi bir gün Halid el-Bağdadi’nin türbesini ziyarete gider. Ziyaret esnasında Halid el-Bağdadi ile murakebe halindeyken türbeden beraberindekilerin de duyacağı şekilde “Ene ceddüke ve ente veledi” diye gaipten bir ses gelir. Yine rivayete göre, Şeyh Mustafa Sisi Şam’da ilmi münazaraların yapıldığı bir meclise iştirak eder. Yapılan münazara sonuçsuz kalınca müdahale edip sonuçlandırır. Bu olay iki kez tekrar edince o mecliste bulunan âlimlerin dikkatini çeker. Kendisine “Nerelisiniz?” diye sorulunca “Diyarbakırlıyım” diye cevap verir. Bunun üzerine soruyu soran kişi “Yoksa sen Molla Musatafa-yı Sisi misin?” diye sorar. O da “Evet” cevabını verince kendisine fazlasıyla bir alaka gösterilir.

Şeyh Mustafa Sisi Şam’daki görevini tamamladıktan sonra tekrar hocası Abdulkadir Hezani’nin yanına döner. Bu arada Kovmanlı Molla Muhammed Salih (Salı Baba) isimli zatın vasiyeti üzerine bir heyet Hizan köyüne gelir. Burada Abdulkadir-i Hezani’ye Salı Baba’nın Şeyh Mustafa Sisi’nin Karakoçan’ın Kovman köyüne irşad etmesi amacıyla görevlendirilmesi şeklinde talep ve vasiyetlerini iletirler. Bu vasiyet üzerine o, hocası tarafından bu bölgeye irşad göreviyle görevlendirilir. Bölgede yaklaşık 14–15 yıl irşad görevini yürüten Şeyh Mustafa bu irşadını Elazığ, Diyarbakır, Tunceli ve Bingöl il sınırları içerisinde gerçekleştirir. Bu bölgede birçok din âlimi yetiştirir. Oğlu Muhammed Hadi ile birlikte yedi halifeye icazet verir. Kovman’da vefat eder. Türbesi bu köyde aile kabristanındadır. Şeyh Mustafa Sisi’nin en önemli özelliği Kur’an ve Sünnete olan bağlılığıdır. O kendisine sorulan bir soruya tetkik ve tahkik etmeden cevap vermezdi. Edebi yönü de bulunup kendisine ait bazıları günümüze kadar ulaşan kasideleri mevcuttur. Rivayete göre, Karakoçan Yeşilbelen (Gahmut) köyünden Hüseyin Ali isimli bir kişi gençlik yıllarında dişinin ağrıması üzerine onun yanına gider. Şeyh Mustafa ona dua eder ve şehadet parmağıyla dişlerini ovalar. Bu kişinin artık dişlerinin hiç ağrımadığı söylenir.

Şeyh Mustafa Sisi’nin (1847-1914) kabri, ilçeye 18 km. mesafede bulunan Yücekonak (Kovman) köyündeki aile mezarlığındadır Kabir beton bir zemin üzerinde yerden bir birbuçuk metre yüksekliğe kadar mermer kaplama olup baş kısmına ise mezar taşı yerleştirilmiştir.

Türbesi haftanın her günü ziyaret edilir. Ziyarete yöre halkının yanında çevre illerden de gelinir. Şeyh Mustafa Sisi’nin kabrine daha çok ziyaret amaçlı olarak gelinmektedir. Gelen ziyaretçiler tarafından Kur’an-ı Kerim ve dualar okunarak bağışlanmaktadır. Bununla beraber çeşitli hastalıklardan muzdarip olan insanlar da buraya gelmekte ve dua ederek Allah’tan şifa dilemektedirler. Bu hastalıklardan ziyarete özellikle psikolojik rahatsızlıkları bulunan kişiler gelmektedir. Rahatsızlığından kurtulan kişiler daha sonra şükür amacıyla kurban kesmekte ve tasadduk etmektedir

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Şeyh Muhammed Hadi Kavmani (ks.)

$
0
0

Elazığ – Karakoçan ‘da ilçeye 18 km. mesafede bulunan Yücekonak (Kovman) köyündeki aile mezarlığındadır. Babası Şeyh Mustafa Sisi’nin yanında.

Şeyh-i Kavumani. Nakşibendi Şeyhi
“Hayatımda Hafizu’l Kur’an olan çok kişiyi gördüm fakat Hafızu’l İlm (İlim Hafızı) Şeyh Muhammed Hadi dışında ne gördüm, ne işittim”, Şeyh Masum

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Seyyid Abdullah Şemdini (ks.)
32. Hz. Şeyh Seyyid Taha Hakkari (ks.)
33. Hz. Şeyh Sıbgatullah Arvasi (ks.)
34. Hz. Şeyh Abdurrahman Taği (ks.)
35. Hz. Şeyh Abdulkadir Hezani (ks.)
36. Hz. Şeyh Mustafa Sisi (ks.)
37. Hz. Şeyh Muhammed Hadi Kavmani (ks.)

Şeyh Muhammed Hadi Efendi, Nakşibendî tarikatına mensup olup Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Sisi (Yolçatı) köyünde doğmuştur. Şeyh-i Kavuman lakabıyla meşhurdur. Şeyh Muhammed Hadi Hazretleri, henüz altı yaşında iken geçirdiği bir hastalık sonucu gözlerini kaybeder. Bu durum Şeyh Muhammed’i hiçbir şekilde sarsmaz. Bilakis ondaki ilim öğrenme azim ve gayretini daha da arttırır. Çok küçük yaşlardan itibaren ilim tahsiline başlar. Henüz yedi yaşında iken Kur’an talimini babasının yanında yapmış ve takriben Kur’an’ın yarısını hıfz etmiştir. Mevlid-i Şerif, Akidetu’l İman, İbn-i Kasım ve Münebbehat-ı Askalani gibi temel ve önemli ilim kitaplarını okumuş ve birçoğunu da ezberlemiştir.     

Aldığı bu derslerden sonra ilmi seviyesini yükseltmek için babasının Kovman’daki medresesinde yirmi yıl ilim tahsil eder. Kovman tekkesinin önemli özelliği Kur’an ve Sünnet kaynaklı ilim esasları üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Eğitiminin büyük bir kısmını burada tamamladıktan sonra diğer bir bölümünü ise Diyarbakır Ulu Camii Medresesi hocalarından alır. Zamanın ilim merkezi olarak bilinen Bitlis Güroymak Medresesi’nin başında bulunan Şeyh Masum onun için, “Hayatımda Hafizu’l Kur’an olan çok kişiyi gördüm fakat Hafızu’l İlm (İlim Hafızı) Şeyh Muhammed Hadi dışında ne gördüm, ne işittim”, ifadelerini kullanır. Bundan sonra da kendilerine Hafızu’l İlm unvanı verilir ve hep öyle anılır.

Şeyh Muhammed Hadi tasavvuf derslerini muhtemelen babasından alır ve onun manevi terbiyesi altında büyür. İlim ve tasavvuf derslerini tamamladıktan sonra hilafet makamına erişir ve genç yaşta (takriben 27–28 yaşlarında) irşâd için icazetnâmesi alır. Rivayete göre, günün birinde Şeyh Mustafa çocuklarını yanına alıp onları bir imtihandan geçirir. Elindeki asayı birer birer çocuklarına verir, var güçleriyle yere saplamalarını söyler. Ancak çocukları asasını yere saplarlar. Yerden topraktan başka hiçbir şey çıkmaz. Yine de o, çocukları için iltifatta bulunup, onlara dua eder. Sıra Şeyh Muhammed Hadi’ye gelince O, asayı yere batırır batırmaz yerden su fışkırır. Bunun üzerine Şeyh Mustafa Sisi, “İşte benden sonra irşad görevimi ve ilim hizmetimi tam olarak yürütecek kişi budur, ben bundan dolayı kendisine özel bir ilgi göstermekteyim.”, der.

Babası Şeyh Mustafa Sisi vefat edince Kavuman tekkesine bağlı müridler ona intisap ederler. O, genç yaşta aldığı bu vazife-i tasavvufiye-yi ve ilmiye-yi en güzel şekilde ifa eder. Babasının bıraktığı yerden irşad sınırlarını genişletmek ve çevre illere İslam dininin hakikatlerini ve güzel ahlakını doğru bir şekilde aktarmak için irşatlarda bulunur. Şeyh Muhammed Hadi’nin ilmi seviyesi yüksek olmakla birlikte abidlik, zahitlik ve takva sahibi olması da onun belirgin özellikleri arasındadır. Bir mürşid-i kâmilde aranan bütün vasıflara sahiptir. Bir başka önemli özelliği ise edip ve şair olmasıdır. Üstün fesahat ve belağat ile yazdığı kasideleri vardır. Onun pek çok hikmet ve keramete sahip olduğu da söylenir.

Günümüzde yöre halkı ve çevre illerden gelen ziyaretçiler Şeyh Mustafa Sisi ve oğlu Şeyh Muhammed Hadi’nin kabirlerini haftanın her günü ziyaret etmektedirler. Ziyaretçiler tarafından Kur’an-ı Kerim okunmakta ve dualar edilmektedir. Ziyarete her türlü hastalıklardan muzdarip olan insanlar gelmektedir. Ziyarete gelen kişiler dua ederek Allah’tan şifa dilemektedirler. Bu hastalıklardan ziyarete özellikle psikolojik rahatsızlıkları bulunan kişiler gelmektedirler. Rahatsızlığından kurtulan kişiler daha sonra şükür amacıyla kurban kesmekte ve tasadduk etmektedir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma

Mirmehmetli Hacı Cuma Hoca

$
0
0

Elazığ – Kovancılar , ilçeye 36 km. mesafede Çatakbaşı köyünün Mirmehmet mezraında medfundur.

Kırkların İmamı – Şeyh Ali Sebti halifesi – Şeyh Hasan Efendinin halifesi

Mirmehtli Hacı Cuma Hoca Efendi, Palu’da dünyaya geldi. Burada Şeyh Ali Sebti’ye intisap eder. Otuz dört yaşına geldiğinde Şeyh Ali Sebti vefat eder (1871). Bunun üzerine Şeyh Ali Sebti’nin oğlu Şeyh Hasan Efendi’nin dergâhında derslerine devam eder. Ve seyr-i sulükünü burada tamamlar. Şeyh Hasan Efendi icazetnamesini verdikten sonra Hacı Cuma Hocayı bizzat kendisi Karaçor nahiyesi Mirmehmet köyüne getirip yerleştirir ve bu bölgenin irşâd görevini ona verir.

Şeyh Hasan Efendi dervişlerinin hazır olduğu bir ortamda tekkesinde otururken “Kırkların İmamı vefat etti”, der ve hüzünlenir. Biraz sonra “Bizim tarikatımızdan biri Kırkların İmamı tayin edildi” der. Yanındakiler “Efendi kimdir? diye sorunca, Şeyh Hasan Efendi kapıyı göstererek “Şu kapıdan ilk girendir” diye cevap verir. Bir süre sonra kapıdan Hacı Cuma Hoca girer. Şeyh Hasan Efendi kendisini tebrik ederek gözlerinden öper. Bazı tasavvuf çevrelerinin naklettiğine göre, Şeyh Ali Sebti’nin vefatından sonra Hacı Cuma Efendi “Kırkların İmamı” mertebesine yükselmiştir. Hacı Cuma Hoca Şeyh Hasan Efendi’nin vefatından sonra Şeyh Ali Sebti’nin tekkesini bir süre idare eder. Ayrıca Haydar Baba Mirmehmet Köyüne gelerek Hacı Cuma Efendi’nin gözetiminde çileye oturmuş ve icazetini almıştır.

Yöre halkı tarafından Hacı Cuma Efendi hakkında birçok keramet ve menkıbe anlatılır. Haydar Baba rahatsız olduğu dönemde ziyaretine gelen Hacı Cuma Efendi’nin torununa onunla ilgili başından geçen şöyle bir hadiseyi anlatır. Rivayete göre, birgün Hacı Cuma Efendi, Haydar Baba ve Haydar Baba’nın bir arkadaşı beraberce Palu’dan Mirmehmet Köyü’ne gitmektedirler. Bir suyun başına gelindiğinde Hacı Cuma Efendi atından iner ve suya giderek elini ve yüzünü yıkar. Bu arada Haydar Baba ve arkadaşı aralarında keramet üzerine konuşmaktadırlar. Onların bu konuşması Hacı Cuma Efendi’nin dikkatini çeker ve onlara dönerek “Kendi aranızda ne konuşuyorsunuz?” diye sorar. Haydar Baba’nın arkadaşı bir anda cesaretle “Efendi, bu kadar zamandır sana hizmet ediyoruz, ne olur bize bir kerametini göster” der. Bunun üzerine Hacı Cuma Efendi “Ben kimim, benim ne değerim var ki size keramet göstereyim” diye cevap verir. Bunun üzerine bu kişi tekrar “ Allah aşkına Efendi ne olur göster” diye arzu dolu isteğini yeniden söyler. Onun “Allah aşkı” ifadesi üzerine Hacı Cuma Efendi birden titremeye başlar. Bunun üzerine elini bir anda suyun üzerindeki birikintiye batırarak sudan canlı bir balık çıkarır ve tekrar elini suya batırarak onu bırakır. Hacı Cuma Efendi onlardan bu olayı kimseye anlatmamalarını ister. Haydar Baba bu hadiseyi Hacı Cuma Efendi’nin torunu Hasan Hüseyin Efendi’ye anlattıktan bir gün sonra vefat eder.

Yine Hacı Cuma Efendi hasta ve zor günlerini yaşadığı sırada kız torununu yanına çağırır ve ona “Kızım benim yatağımı dama serin, ben orada yatacağım” der. Kız torunu ve damadı onun bu isteğine şaşırırlar. Kendi aralarında onun bu talebini kısa süre tartıştıktan sonra yatağı dama çıkarmaya karar verirler. Önce yatak sonra Hacı Cuma Efendi dama çıkarılır. Yatağına yatar yatmaz torunundan bir ibrik su ister. Kendisine su dolu ibrik getirildikten sonra torunu ve damadına dönerek “Yavrum siz gidip yatın” der. Onlar ondaki bu garip hali merak ettiklerinden uyumayıp Hacı Cuma Efendi’yi gözetlemeye başlarlar. Gecenin ikisine doğru her taraf zifiri karanlığa bürünmüşken gökyüzünden beyaz bir ışığın dama doğru indiğini görürler. Arkasından beyaz ışıkla birlikte yeşil bir ışık gökyüzüne doğru çıkıp gider. Torunu ve damadı bu hal karşısında bir an şaşkınlık geçirirler. Sonra ikisi dama çıkıp Hacı Cuma Efendi’ye bakmak istediklerinde onun yatağında olmadığını görürler. Damı dolaşırlar ama Hacı Cuma Efendi’yi bulamazlar. Bunun üzerine tekrar aşağı inip beklerler. Bir süre sonra aynı iki ışık dama iner. Bu sefer beyaz ışık tek başına gökyüzüne doğru yükselerek kaybolur. Bu olağanüstü durum karşısında ikisi de şaşkına döner. Yeniden dama çıkıp baktıklarında Hacı Cuma Efendi’yi yatağında oturmuş tesbih çekerken bulurlar. Hacı Cuma Hoca vefatından önce, “Kim damdan düşer ve vefat ederse şehit olur.” dermiş. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hacı Cuma Hoca 1944 yılında damdan düşerek vefat eder. Ölümünden sonra aradan birkaç yıl geçince bilinmeyen bir nedenden dolayı kabri açılır. Kabri açıldığında cesedinin ilk gömüldüğü gün gibi çürümemiş ve sağlam olduğu görülür. Bunun üzerine köylüler ve yakınları tarafından kabrine bir türbe yaptırılır.

Köyün kuzey tarafında yer alan türbeyi ilk olarak Molla Bekir isminde bir zat yaptırmıştır. Daha sonraları türbeye bazı eklemeler yapılarak bugünkü haline ulaşmıştır. İki metre yüksekliğindeki türbenin tavanı ahşap örtülüdür. Türbe, taş ve topraktan yapılmıştır. Makam bölümünün tavanı kubbelidir. Makam bölümünde Hacı Cuma Efendi ile birlikte oğluları Mehmet Efendi ve Hilmi Efendinin kabirleri bulunmaktadır. Türbenin üst kısmına yakın zamanlarda çatı yapılmıştır. Türbede makam bölümü ile beraber mescit ve gelen ziyaretçilerin kalmaları için iki bölüm daha bulunmaktadır. Her bölüme ait kapılar dışarıdan ayrı olup, içeriden bölümler arası geçiş bulunmamaktadır. Türbenin hemen arkasında yer alan mezarlıkta Hacı Cuma Efendi’nin aile fertlerinin kabirleri yer almaktadır.

Türbeye haftanın bütün günleri gelinmekle beraber harhangi bir hastalıktan muzdarip olan kişiler buraya Cuma akşamları gelmekte ve şifa bulmak ümidiyle yatıya kalmaktadırlar. Türbeye her türlü hastalık için gelinmekle beraber daha çok psikolojik rahatsızlığı bulunanlar tarafından rağbet edilmektedir.

Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma
Viewing all 148 articles
Browse latest View live